14 Mayıs’ın Anahtarı: Seçeneksizlik

Türkiye, 21 yıllık AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan iktidarıyla önemli ölçüde bir muhalefet konsolidasyonu sağlayan Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu arasında tercih yapmak üzere. Erdoğan’ın iktidarının en zorlu seçimine girdiği algısı hâkim olsa da stratejisini Erdoğan’ın anti tezi olmak şeklinde oluşturan muhalefet ittifakının işi sanıldığı kadar kolay değil.

Her ne kadar Erdoğan’a yönelik yüksek enflasyon, depremin ilk günlerindeki sıkıntılar gibi hususları da içeren çerçevede ciddi bir tepki olsa da Cumhurbaşkanı’nın partisi tüm anketlerde hâlâ birinci sırada.

Cumhurbaşkanlığı adaylığı hususunda da Erdoğan’ın, rakibi Kılıçdaroğlu’nun önünde olduğu anket sayısı az değil. Türkiye’nin, üçüncü dönemini de ısrarla isteyen Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz Pazar günü 1,700,000 kişinin toplandığı mitingde adeta gövde gösterisi yaptı.

Fakat 14 Mayıs seçimlerinin en ilginç yanı şu: Hem sayın Erdoğan’a hem de sayın Kılıçdaroğlu’na verilecek oyların ekseriyeti “seçeneksizlik” kaynaklı olacak. Erdoğan’a oy vereceklerin psikolojisi büyük oranda alternatifin yetersizliğinden dolayı yine Erdoğan’ı tercih edecekken Kılıçdaroğlu’na yönelen oyların çoğunluğu “Erdoğan’ın karşısında kim olursa olsun ona oy vereceğim” anlayışı ile şekillenecek.

Kılıçdaroğlu’nun Avantajı Değişen Sosyoloji

Kılıçdaroğlu’nun en büyük avantajı değişen sosyolojidir. Özellikle de dindar-muhafazakâr kesimlerin çocuklarının yaşadığı “dinden-çıkış” süreci onların yaşama bakışını ve beklentilerini sekülerleştirmiştir. Hâliyle, AK Parti döneminde yaşanan ve gençlerin dine bakışını şekillendiren olaylar Türkiye için seküler bir neslin önünü açmış, laik-baskıcı bir devletin yerini sekülerleşme yolunda bir nesil almıştır.

AK Parti’nin ve onun merkeze getirdiği dindar kesimin istemeden yol açtığı bu sekülerleşme seçim sürecinde salt AK Parti’ye olan tepkiyle Kılıçdaroğlu’nu Cumhurbaşkanı kılabilir.

Bu anlayışın bir diğer ifadesi Erdoğan’a ve onun 21 yıllık iktidarına yönelik tepkinin, karşısındaki adayın kim olduğunu önemsizleştirecek denli yoğunlaşmasıdır. Özellikle AK Parti iktidarıyla büyümüş genç kesimlerin çoğunluğu, Erdoğan’ın karşısındaki adayın kim olduğunu ya da adayın seçim sonrası performansını sorgulamayı bile gereksiz görüyor.

Muhalif Kamuoyunun “Söylemsel Üstünlüğü”

Seçime iki gün kala muhalefetin, Konda’nın da açıkladığı anket sonuçlarının da desteklediği bir söylemsel üstünlüğü söz konusu. İktidar, “hikâye üretememekle” itham edilirken muhalefet, 15 Mayıs günü “başka bir Türkiye’ye uyanmanın” çerçevesini çizdiği bir söylemle hareket ediyor.

Bunun yanında dikkat çekici olan husus ise şu: Muhalefet kanadında AK Parti ve Erdoğan’a yönelik “seçimi kaybetse de bırakmama” yönünde bir itham var. Bu itham “Rus kaynaklı manipülasyon” başlıklarıyla, bizzat Kılıçdaroğlu’nun da işaret ettiği bir tweetin de gösterdiği gibi destekleniyor. Aynı şekilde iktidar kanadında da muhalefetin neler yapıp neler yapamayacağına dair bir tedirginlik yaratma girişimi söz konusu. Sorun, seçmenlerin her iki kesim için de bir korkuya hapsedilmesi, bu korkuyla karar vermesinin beklenmesi.

Fakat bu yöntemin özellikle muhalefet açısından ciddi bir handikabı söz konusu olabilir. Korku psikolojisine eşlik eden belirsizlik, oy verme anında belirli olanı tercih ettirebilir.

“Erdoğan’a Rağmen Erdoğan Seçeneği” Çok Güçlü

“Erdoğan’a rağmen Erdoğan” anlayışının iki ana dayanağı var. Bunlardan ilki hem bir politik figür olarak Kılıçdaroğlu’na hem de CHP’ye olan güvensizliktir. Bu güvensizliğin kaynağı muhafazakâr ve sağcı seçmende CHP’nin imajının olumsuz olmasıdır. Kılıçdaroğlu ise genel itibariyle “seçim kazanamamış lider” olarak görülmekte, kendisine dair yapılan “karizma yoksunluğu” ithamıyla da bu imaj pekiştirilmektedir.

Diğer ana dayanak ise Millet İttifakı’nı oluşturan Altılı Masa’nın parçalı ve kırılgan yapısıdır. Aday belirleme sürecinde ciddi bir kriz yaşayan Altılı Masa, karar verme süreçlerine dair olumlu bir izlenim sunmamakta. Her ne kadar muhalif kamuoyunun coşkusu bu konuyu tartışmaya izin vermese de bu kırılganlık ciddi bir belirleyici olacak.

Ayrıca Millet İttifakı’nın yapabilecekleri ve seçim sonrası performansı özellikle 35 yaş üstü seçmende soru işareti yaratmakta, Erdoğan bu belirsizliğe yeğ tutulmaktadır.

Sonuç

Türkiye’deki seçimleri “demokrasi isteyenler” ile “otoriter rejimi destekleyenler” arasındaki bir rekabet olarak okuyan analizler oldukça hatalıdır. Nitekim Türkiye’deki seçmen davranışı bu sınıflandırma içinde anlaşılamaz.

Keza hem Erdoğan’ı destekleyenler ve ona oy vermeyi düşünenler hem de Kılıçdaroğlu destekçileri arasında bu iki eğilime sahip kitle ve görüşler bulunmaktadır. Konjonktürel olarak bazen biri bazen diğeri öne çıkar.

Seçmenlerin ana motivasyonu kendi adaylarından ziyade rakibin kim olduğu ve onun kapasitesidir. Bu motivasyon, muhalefet kesiminde daha yaygındır. Bu sebeple ne politikalar ne fikir ne de kapasiteler tartışılmakta. Tam tersine, rakibin kazanması durumunda neler yaşanabileceğine dair korkularla kendi adaylığını meşrulaştıran bir yaklaşım söz konusu ki bunun yanlışlığını tartışmaya gerek yok.

Açıkçası kamuoyu, bir bütün olarak doğru-yanlış, iyi-kötü, yapılabilir olanlar-yapılamaz olanlar, kısacası seçim sonrasını tartışmaya imkân vermeyen bir duygusallığa bürünmüş durumda.

Rasyonel yaklaşımı körlüğe boğan bu duygusallık neticesinde her iki lideri de zafere ulaştıracak olan bir bakıma rakibin “kötülüğü”, yani seçeneksizliktir.

14 Mayıs seçimlerinin sonucunu seçeneksizlik belirleyecek.

Dr. Adem Yılmaz hakkında 56 makale
Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi programında tamamlamıştır. Çalışma alanlarını Siyasal Kuram, Siyaset Sosyolojisi, Felsefe ve Türk Siyasal Hayatı oluşturmaktadır.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın