1916, “Gibi” ve “Altılı Masa”

Jose Ortega y Gasset, Gibi Dizisi ve “Altılı Masa” üzerinden bir muhalefet analizi

Jose Ortega y Gasset 1916’da, Dünya Savaşı’nın sonlanmasına daha zaman varken Almanların “savaşı kaybedeceğini” yazar. Ortega’ya göre Almanlar kaybedecektir, çünkü “savaşa zaferden son derece emin olarak girmişler” ve bu sebeple de “savaşmayı”, savaşın bizatihi kendisini hiç düşünmemişlerdir. Bir savaşın içinde oldukları gerçeğinden ziyade savaşın sonunda kazanacakları zaferle, ödül ile meşgul olan Almanlar, savaşın gerekliliklerini ikinci plana atmışlar, dolayısıyla da “emin oldukları” zaferin aksine ağır bir yenilgiyle karşılaşmışlardır.

Sadece  “mükâfatından” emin bir şekilde gayret sarf eden insandan çok fazla bir şey beklenmemesi gerektiğine vurgu yapar Ortega. Nitekim mükâfattan emin olmak, ona doğru gidilen yolun gereklerine, yolda yapılması gerekenlere dair bir körlük yaratır. Bu körlük aslında, salt “zafer” ile meşgul olunmasına yol açan, yolun “güvende” olduğuna dair bir kanaatin ifadesidir. Roland Barthes’ın ifadesiyle “kanaatin kibri” de önü alınmaz, çekilmez bir şeydir: Ne eleştiri kabul eder ne de kanaatin dayandığı “yolun” gereklerine dikkat çekilmesine izin verir.

“Mükâfattan” emin olmaya dayanan kanaat ve bu kanaat çerçevesinde oluşan halet-i ruhiye, insanı “şevkten”, istekten yoksun bırakır. Tam da bu yüzden Ortega, “güven” ya da “emin olma” duygusundan, kanaatinden beslenen “istek” ile “mükâfatından” emin olmayan, bununla da ilgilenmeyen, yolun kendisiyle, onun belirsizlikleri ve gereklilikleriyle meşgul olan istek arasında ayrım yapar. İlk istek, zaferinden emin oluşuyla kibre bulanır; Ortega’nın deyimiyle, ona sahip olanı yozlaştırma riskine sahiptir: “Tarihin tüm aristokrasileri kendilerini çok fazla güvende hissettikleri için tedavisi imkânsız yozlaşmalara maruz kalmışlardır”. Bu yüzden “güven” içindeki istekten “bahsetmeye gerek bile yoktur”.

İkinci istek ise “mükâfatı” getiren bir mücadele şevkinin ifadesidir. İnsanın, diyor Ortega, “mağaralardan ya da balta girmemiş ormanlardan çıkmasını mümkün kılan her şey” ona ilk anda “belirsiz bir girişim” olarak görünmüştür. İnsan, bu belirsizliğe rağmen “yola koyulmuş”, mükâfattan ziyade yolun kendisiyle meşgul olmuş, “balta girmemiş ormanlardan” çıkışı da bizatihi yolun belirsizliği ile mücadelesinde elde ettiği bir zafer olmuştur. Zafer ya da mükâfatından emin olmayı bekleseydi, muhtemelen uzun süre olduğu yerde kalmayı tercih etmiş olacaktı.

Bütün bunların akabinde Ortega “daha az güven, daha çok şevk” şiarını ortaya koyar. Zaferden ya da mükâfattan emin olmanın yarattığı güven ve onun yol açtığı kibirli istekten ziyade yolun kendisiyle, yolun gerçeğiyle yüzleşen bir istek… Emin olmanın yarattığı körlüğe teslim olmamış bir istek. Bu bağlamda, Türkiye’de yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde belirleyici olan da “daha az güven, daha çok şevk” prensibi olacaktır, demek bir zorlama olmayacaktır: Zaferden ne kadar az emin olursanız, yolun gereklerine göre davranma kapasiteniz o derece artacaktır.

Yaklaşık yirmi yıldır ülkeyi yöneten iktidar partisi belki de ilk defa, kazanacağından “emin” değil; fakat kendi seçim süreçleri bakımından bir ilk olacak şekilde, bu güvensizlikleri onlara seçim kazandırabilir. Altı siyasi partinden oluşan muhalefet bloğu da Ankara ve İstanbul seçim başarılarının sonrasında belki de ilk defa bu denli kazanacağından “emin” ve mükâfattan bu derece emin olmaları da onlara seçimi kaybettirebilir.

İkinci olgudan, muhalefet bloğunun “emin olma” tutumundan devam edelim. Bu tutumu besleyen en önemli olgu elbette ki “hayat pahalılığı” ve Ankara/İstanbul seçimlerindeki “zafer”. Muhalefet bloğu, edinilen kazanımları bir “başarı” olarak sunsa da kendi içinde bunun kendi kazandıkları bir şey değil, Erdoğan’ın kaybedişi olarak yorumlamalıydı. Daha da kritik olan nokta muhalefet bloğunun, bu iki yargıya da kapılmadan hareket edebilme kapasitesiydi. “Altılı Masa”nın sekizinci toplantısının sonuç metninde seçmen kitleleri açısından somut bir karşılığa rastlanmaması muhalefet bloğunun bu iki yargının bulamacına dönüşmüş yüzeysel bir hükme kapıldığının göstergesi olarak okunabilir.

Bu noktada, popüler absürt hiciv dizisi “Gibi”de, dizinin ana karakterlerinden Yılmaz’ın jenerik laflarla özdeşleşmiş arkadaşı İlkkan’la atıştığı trajikomik sahnelerden birine dikkat çekmek faydalı olabilir. Bir mezarın başında geçen sahnede, sloganvari sözlerle içinde bulundukları durumu özetlemeye çalışan arkadaşı İlkkan’a, “(…) her şeye bir lafın var, (…) vallahi seni atarım içine (mezara – A.Y.)” diye tepki gösteren Yılmaz, “abi, hayatın acı gerçekleri bunlar” şeklinde bir savunuyla karşılaştığında şu yanıtı verir: “Yaşadığımız yetmiyor, bir de senden dinliyoruz acı gerçekleri”.

Muhalefet bloğu ile konsolide etmeyi hedeflediği kitle arasında da Yılmaz ile İlkkan’ın bir mezar başında gerçekleştirdiği diyaloğun izlerine rastlamak mümkün. Örneğin, Altılı Masa’nın sekizinci toplantı metninde geçen “Gıda, enerji, barınma, öğrenci, çocuk, emekli ve çalışan yoksulluğu görülmemiş derecede derinleşmiş ve yaygınlaşmıştır” cümlesi zaten, kendini muhalif olarak tanımlayan kitle açısından gerçekliğin tasarımını ifade etmektedir. Altılı Masa bloğunun hem alıntılanan hem de önceki toplantı metinleri bunun gibi birçok tespite tanık olunmaktadır. Başka bir ifadeyle, muhalefet bloğunun kendi potansiyel seçmenine seslendiği metinler muhalefet psikolojisine, seçmeninin bizzat yaşadığı, içinde olduğu duruma dair tespitlerle doludur. Dizideki sahnenin gerçekleştiği yer olan “mezarın kıyısı”, bu psikolojinin metaforik bir karşılığıdır.

“Mezar kıyısı” psikolojisi Ortega’nın altını çizdiği “güven içindeki isteğin” emarelerini içinde barındırır. Nitekim bu isteğin, insanı ya da kolektif yapıları bir mücadele şevkinden yoksun bırakan yanı olduğunu da tekrar anımsamak gerekiyor. Altılı Masa’nın salt “durum tespitlerinden” ve soyut “çözeceğiz” vaatlerinden oluşan metinleri muhalif seçmen açısından “şevk kıran” bir nitelik taşımaktadır: “Yaşadığımız yetmiyor, bir de senden dinliyoruz”. Benzer şekilde Murat Yetkin’in 16 Kasım 2022 tarihli yazısı da bu duruma işaret etmektedir. Yetkin’e göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Altılı Masa’yı gölgede bırakacak bir hamle yapması neredeyse gereksiz hâle gelmektedir, çünkü “Altılı masa zaten kendi kendini yeterince gölgede” bırakmaktadır.

Altılı Masa’nın halet-i ruhiyesini, 70’li yılların siyasal psikolojiyle birlikte okuyan bir önceki analizimizde, ortaklığı somut bir adayda güçlendirmek yerine birbirleri üzerinde etki yaratma mücadelesine kapılma riskine değinilmişti. Yetkin de aynı yazısında bu duruma vurgu yapmakla birlikte sadece “ekonomik krizlerle” iktidarın değişmeyeceğine dair siyaset bilimci görüşlerine de atıf yapmaktadır. Keza “Altılı Masa” tarafından ısrarla göz ardı edilen “hayat pahalılığı” olgusuyla tek seçenek olarak “muhalefetin zaferinin” kaldığı yanılgısıdır. Bu yanılgı, potansiyel seçmenlerin karşısında “bize mecbursunuz!” kibrine dönüşebilir. Yanılgının diğer yüzü de Altılı Masa açısından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oyun kurucu olma kapasitesinin ve kitlelerle doğrudan ilişki kurma becerisinin göz önünde bulundurulmamasıdır.

Sadece rakibinin yaptığı “hataları” temel alan bir yarışın kendi içinde bir sorun olduğu açıktır. Kitlelere sürekli “mezar kıyısı” psikolojisi enjekte eden bir siyasi söylem, Ortega’nın 1916’da Almanya’nın tutumuna işaretinde olduğu gibi, daha baştan kaybetmeye yazgılıdır. Kaldı ki AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “yola odaklı” olmakta her zaman için rakiplerinden daha önde olma konusunda yetkindir.

2023 seçimleri “yenilenin”, yolda kapıldığı “zaferden emin olma hâlinin” belirleyici olacağı bir seçimdir. Bu noktada Ortega ile “Gibi”yi birlikte hatırlamakta fayda var: Yol imkânlarla dolu, “mükâfatı” sunabilecek imkânlar bunlar, fakat bunlar aynı zamanda, sadece “yolun sonuyla” meşgul olunduğunda görülemeyecek imkânlar da. Yolun sonuna ya da yolda yaşananlara dair jenerik söylemler ise olsa olsa bıktırıcı bir nitelik taşımaktadır.

Dr. Adem Yılmaz (Masa Ankara – Uzman)

Dr. Adem Yılmaz hakkında 56 makale
Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi programında tamamlamıştır. Çalışma alanlarını Siyasal Kuram, Siyaset Sosyolojisi, Felsefe ve Türk Siyasal Hayatı oluşturmaktadır.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın