
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Altılı Masa artık milletin iradesini yansıtmıyor” diyerek Millet İttifakı’ndan kopuşu Türk siyasi tarihinin en önemli kırılmalarından birini teşkil ediyor.
Akşener açıklamasında, Altılı Masa’nın “artık potansiyel adayların tartışıldığı bir ortak akıl platformu olmaktan çıktığına” ve “tek bir adayın tasdiki için çalışan, bir noter masasına dönüştüğüne” dikkat çekerek “şahsi hırs”a vurgu yaptı: “Anlamış olduk ki şahsi hırslar, Türkiye’ye tercih edilmiştir”.
Bunun yanı sıra Akşener’in belediye başkanları Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’na çağrısı da karşılık bulmadı. Her iki isim de Kılıçdaroğlu’nun iradesi dışında hareket etmeyeceklerini beyan ettiler.
Bu tutum özellikle Yavaş için öngörülebilir bir olguydu. Nitekim kendisi her defasında ortak ve tek aday olma koşuluyla adaylığının söz konusu olabileceğinin altını çiziyordu.
İmamoğlu ise muhalif kesimler açısından en gözde Cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkıyor. Her ne kadar zaman zaman kitlesiyle ters düşse de popülaritesini büyük oranda koruyan İmamoğlu da Yavaş’la birlikte Kılıçdaroğlu’nun safında yer tuttu.
Bu durum, Saraçhane mitingi sonrası Akşener’in açıklamalarını tekzip eder nitelikte:
“Bu belediye başkanları iki partinin ittifakıyla seçilmiş başkanlar. Mersin hariç. Diğerlerinin hepsi İYİ Parti ve CHP’lilerin seçtirdiği başkanlar. İyi yaptıkları işlerden de kötü yaptıkları işlerden de biz mesulüz. Kendi seçtirdiğimiz belediye başkanı için kimden izin alacağım?”
Başkanların açıklamasıyla birlikte İYİ Parti’nin yerel seçimlerdeki katkısının hem başkanlar hem de kurumsal düzeyde CHP tarafından tekzip edildiği görülüyor.
Öte yandan İmamoğlu’nun, kendisi hakkındaki yargı kararı sonrası Saraçhane mitingindeki Akşener’in de eşlik ettiği siyasal performansı (çokça tartışılan sarılma fotoğrafı gibi) en azından bu noktada siyasal rotasına yansımamış duruyor.
İmamoğlu’nun muhalif söylemde tek Cumhurbaşkanı adayı olarak baskın kılan bu performans yüzünden İYİ Parti ile CHP arasında ipler gerilmiş, Kılıçdaroğlu Saraçhane buluşmasını “sosyal medyadan öğrendiğini” belirterek adaylık hususunda şu tepkiyi göstermişti: “Bir parti başka bir partinin içişlerine karışmamalı. Her partinin kendi kuralları vardır”.
Bu yanıt Kılıçdaroğlu açısından, Altılı Masa’ya rağmen her partinin özgül varlığının daha önde olduğunun kanıtı.
O güne dair yorumlarda Akşener’in öne çıktığına dair analiz ve söylemler çabuk unutulmuşa benziyor.
Aynı şekilde Akşener ve İmamoğlu’nun ortak mitinginin, “halka güven veren bir sinerji” yarattığını belirten yaklaşımlar da.
Keza Kılıçdaroğlu da kararın açıklandığı güne denk getirilen Almanya ziyaretinden dolayı İmamoğlu’nun arkasında durmamakla ve adaylık konusunda onu ekarte etmekle itham ediliyordu.
Hatta CHP lideri, kendisine bu yönde getirilen eleştirileri “beraat bekliyordum” şeklinde yanıtlamak zorunda kalmıştı.
O günlerde İmamoğlu, Akşener’in söyleminde “83 milyonun umudu” olarak yer bulurken Kılıçdaroğlu’nun sözlerinde “16 milyonun belediye başkanı” şeklinde karşılık buluyordu.
O kadar ki İmamoğlu’nun karar sonrası CHP grup toplantısına katılmasına rağmen kürsüye çıkıp konuşma yapmaması muhalefet kamuoyunca eleştirilmiş, konuşmadığına izin verilmediği şeklinde tepkilere neden olmuştu.
Yargı kararının bir dönüm noktası olduğuna dair söylem muhalif kamuoyunu işgal etmişti. (O dönem MASA, kararın bir dönüm noktası olmadığına dair bir yorum ortaya koymuş, muhalefet bloğunun “karar sonrası” süreci kendi iç çatışmaları yüzünden yönetemediğine dikkat çekmişti.)
Başka bir deyişle o günlerde muhalif kamuoyu, İmamoğlu’nun adaylığının Kılıçdaroğlu tarafından engellendiği algısıyla hareket ediyor ve CHP liderini, aday olma eğiliminde bir performans sergileyen İmamoğlu’nu engelleyen güç olarak itham ediyordu.
Bugün ise CHP’li ve muhalif kamuoyu Akşener’in kararını “partisinin kurmaylarının etkisinde kaldığı” şeklinde yorumluyor. Kimileri onu “demokrasiye ihanet” ile itham ediyor, kimileri ise kararın “affedilir bir şey olmadığını” belirtiyor. Sol-sosyalist kesimler ise konuya ideolojik bir çerçeve getirerek “Kılıçdaroğlu’nun alacağı oyla Yavaş ya da İmamoğlu’nun alacağı oy arasında dramatik farklar olduğunu varsaymak akılcı değil” şeklinde yorumda bulunuyor.
Bu manzara muhalefet bloğunun kırılgan ve tutarsız rotalara sapabilen işleyişinin kısa bir tarihi niteliğinde.
Benzer şekilde, biri “deprem” odaklı olmak üzere bir yıldan fazla bir süre on iki kez toplanan Altılı Masa’nın salt Kılıçdaroğlu’nun adaylığını onaylayan prosedürden ibaret olduğunu da gösteriyor.
Türkiye’nin Muhalefet Sorunu
Akşener’in kararı Kılıçdaroğlu’na Cumhurbaşkanı adaylığına dair önemli bir meşruiyet kazandırmış durumda.
İmamoğlu’na dair yargı kararının sonrasında başka bir adayın yokluğuna dair söylemi de kendisine referans alan bu meşruiyet, Kılıçdaroğlu’nu “değişen toplumsal havanın karşılığı” olarak sunuyor.
Hem İmamoğlu’nun pozisyonun kırılganlığı hem de deprem sonrası “aşılan korku duvarı” şeklindeki hegemonik söylem, muhalif kamuoyunda “Kılıçdaroğlu adaylığı dışında ne kaldı?” şeklinde karşılık buluyor.
Yani Kılıçdaroğlu, istediği için değil, koşullar gerektirdiği için en uygun isim.
Fakat CHP’nin uzun süredir Kılıçdaroğlu’nun adaylığı hususunda ısrarlı olduğu “kapalı kapılar ardında” ya da parti kulislerinde biliniyordu.
Temmuz 2022’de görüştüğümüz İYİ Parti’ye üst düzeyde yakın bir kaynak, daha o tarihte “CHP’lilerin Kılıçdaroğlu ısrarından” ve “Kılıçdaroğlu’nun başkan olma isteğinden” söz ediyordu.
Bundan daha normal bir şey olamaz. Parti, kendi liderini Cumhurbaşkanı görmek istiyor, lider de siyasete ülkenin zirvesinde veda etmek istiyor.
Bunda bir sorun yok.
Sorun şurada: Böyle bir baskın istek söz konusuyken o yokmuş gibi yapılması.
Akşener’in Altılı Masa’dan kopuşunun kaynağında da bu yaklaşım var.
Akşener, partisinin kurumsal kimliğini ve bir politikacı olarak kendi beklentilerini öne sürdüğü için “demokrasiye ihanetle” itham edilirken CHP’nin isteğinin normal sunulması arasındaki tezatlığı salt AK Parti karşıtlığı ile görünmez kılmak ne kadar mümkün?
Dolayısıyla sorun, isimlerin ve partilerin ötesinde..
Türkiye’de muhalefetin izlediği seyir ve ortaya koyduğu perspektif açısından bu tutarsızlıklar ciddi sorun.
Muhalif kesimlerin karar verememe ya da kararı açıklayamama anlamında ciddi açıkları var. Yapmaları gereken tek şey Altılı Masa’dan partiler üstü bir ismi ortak aday göstermek iken, “birbirleri üzerinde etki yaratmaya” kapılmaları en temel açık olarak görülüyor.
Henüz Kasım 2022’de bu açığın izlerine dikkat çekmiştik.
Şimdi bu iç çatışmadan bir galip ve bir mağlup yaratılmış görünüyor.
Türkiye’de muhalefetin en büyük problemi bu: Kendi içinde “en iyi muhalif” yarışına kapılarak tutarsızlıklara kapılıp kırılgan bir doğaya sahip olmak.
AK Parti iktidarının en kırılgan seçim sürecinde muhalefetin ondan daha kırılgan nitelik gösterebilmesinin kaynağında da bu yarışın kendisi yer alıyor.
Bir Cevap Yazın