
Millet İttifakı, yaşadığı büyük kriz sonrasında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığında uzlaştı. Bu uzlaşının huzursuz bir yanı olsa da muhalif seçmenler açısından Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, son kertede bir karara varılması sebebiyle benimsenmiş görünüyor.
Keza Politico’da Erdoğan karşıtı bir analiz kaleme alan Jamie Dettmer’in da vurguladığı gibi Kılıçdaroğlu, “pek de karizmatik bir siyasetçi sayılmaz”. Muhalif kamuoyunda Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş gibi isimler öne çıkarken CHP liderinin kendi adaylığında ısrarı şimdilik pek sıkıntı yaratmıyor gibi görünüyor.
Öte yandan karizmatik bir politik figür olmasa da Kılıçdaroğlu, Altılı Masa’ya kendi adaylığını kendi koşulları çerçevesinde kabul ettirdi. Masaya dönüşünde İmamoğlu ve Yavaş’ın, “icracı ve yetkili” Cumhurbaşkanı yardımcıları olarak seçim öncesinde ilanını şart koşan İYİ Parti lideri Meral Akşener bile Kılıçdaroğlu’nun müdahalesiyle revize edilmiş bir teklifi kabul etmek zorunda kaldı.
Kılıçdaroğlu’nun karizma yoksunluğunu bu politik hamleleriyle kapatıp kapatamayacağını zamanla göreceğiz. Buradaki sorumuz şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında içsel krizlere gebe, parçalı bir muhalefet bloğu ve onun adayı Kılıçdaroğlu’na Batı’nın bakışı nasıl şekilleniyor?
Seçime Giderken İki Batılı Önyargı
Seçimler yaklaşırken Batılı analizlerin ekseriyeti Erdoğan’ın uzun dönemli iktidarına atıfta bulunarak Türkiye’yi temelde iki şekilde itham etmekteydi:
Bu ithamlardan birincisi, otoriter eğilimlere sahip bir Cumhurbaşkanı’nın hükmünde Türkiye, NATO müttefiki bir ülke olmanın çok ötesinde iktisadi, siyasi ve askeri bağlamlarda giderek Rus nüfuzu altında hareket ediyor, şeklinde.
Diğeri ise yaklaşan seçimlerin Türkiye açısından bir yol ayrımı olduğu iddiası. Bu iddiaya göre Türkiye’de halk 14 Mayıs’ta demokratik, çoğulcu ve Batılı bir ülke olmakla Rusya ve Çin benzeri otoriter, Batı’dan kopuk bir ülke arasında seçim yapacak.
Her iki iddia ya da itham da Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı temelinde şekillenmekte.
Bu karşıtlık ekseninde Kılıçdaroğlu, Batı’nın ikinci seçeneğini mümkün kılacak bir figür olarak mı ele alınıyor, buna bakacağız.
1999 Depremine Benzer Bir Senaryo Bekleniyor
Henüz başlangıçta değindiğimiz Dettmer’in analizi, işaret ettiği karizma yoksunluğunu, Kahramanmaraş depremleri ile 99 depremi arasında, sonuçları açısından bir benzerlik kurarak gidermeye çalışıyor. Dettmer’e göre 1999 depremi sonrasında Bülent Ecevit hükümetinin yeterince hızlı ve yetkin şekilde müdahale edememesi geniş bir tepkiyle karşılanmış, bu tepki de AK Parti’nin bir sonraki seçimde elde ettiği “ezici zaferi” mümkün kılmıştı.
Muhalefetin, yaşanan deprem sonrasında Erdoğan iktidarının da benzer şekilde nihayete ereceğini umduğunu belirten Dettmer, ağır ifadelerle yüklendiği Erdoğan’ın tüm dezavantajlarına rağmen gücünü sonuna kadar kullanacağına değiniyor.
Analizini “mayıs ayı yaklaşırken, Türkiye’deki muhalefetin ve Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin endişelenmesi gereken çok şey var” şeklinde bitiren Dettmer, Sinan Ciddi’nin “ABD ve Avrupalı liderler umutlarının vizyonlarını gölgelemesine izin vermemeli” şeklindeki uyarısına da dikkat çekiyor.
“Yeniyi Simgelemeyen Veteran Lider”
Batı medyasında gündeme gelen ve Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanmak adına güçlü bir konumda bulunduğunu belirten yorumlar da mevcut. Türkiye’deki akademisyenlerden gelen bu yorumların temelini ise “AK Parti’nin son yıllardaki iktisadi başarısızlığı” oluşturuyor.
Euronews’e konuşan Koç Üniversitesi’nden Ali Çarkoğlu, muhalefetin Kılıçdaroğlu’nun adaylığı arkasında birleştiğini belirtirken iktidarın, ekonomi ve güvenlik politikalarında son yıllarda gösterdiği zafiyeti öne çıkarıyor. Çarkoğlu’na göre bu iki faktör Kılıçdaroğlu’nu seçim yarışında güçlü bir konuma getiriyor.
Aynı çerçevede bir diğer yorum da olağan şekilde işleyen bir seçim sürecinde Kılıçdaroğlu’nun kazanmaması önünde bir engel görmüyor. Bu yorum, varsayımını “toplumda Recep Tayyip Erdoğan’dan bıkkınlık hissinin” egemen olmasıyla açıklıyor. Kaldı ki ilk yoruma benzer şekilde Erdoğan karşısında birleşen muhalefet bloğu da Kılıçdaroğlu’nun şansı olarak işaret ediliyor.
Fakat bu yorumun bir şerhi de mevcut:
“Veteran bir aday, veteran bir lider olduğu için yeniyi temsil etmiyor. Yeni nefesi temsil etmiyor ve yeni duyguyu temsil etmiyor.”
Haber-analiz, “veteranlık” imgesinin Kılıçdaroğlu’nun daha uzlaşmacı bir formatta, yetkileri üzerindeki kısıtlamalara saygı göstererek yöneteceğinin umuduyla göz önünde bulundurulmadığıyla sonlanıyor. Son cümle bu umudu ifade ediyor:
“Erdoğan’ın ateşli ve karizmatik doğasına kıyasla çekingen bir entelektüel olarak imajı uzun zamandır Kılıçdaroğlu’na zarar veriyor. Şimdi tam da muhalefetin zafere ulaşmak için ihtiyaç duyduğu şey olabilir”.
Erdoğan’a Karşı “Kitap Kurdu Bir Bürokrat”
İngiliz The Guardian, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını “Erdoğan’a karşı kitap kurdu bir bürokrat” şeklinde duyursa da muhalefetin kırılgan yapısının farkında bir çerçeve çiziyor.
Çizilen çerçevede muhalefetin en önemli fırsatının yaşanan deprem felâketi olduğu tekrar edilirken Akşener’in masadan kalkışı ve dönüşünü, revize edilse de kabul edilen İmamoğlu ve Yavaş’ın olası Cumhurbaşkanı yardımcılığına atanma durumunu “koalisyonun iktidara gelmeyi başarması halinde bu rolü ortadan kaldırmaya çalışmasına rağmen gerçekleşti” şeklinde açıklıyor.
Haber, muhalefet bloğuna danışmanlığı ile öne çıkarılan Selim Sazak’ın çekincesi ile sona eriyor: “Millet İttifakı alınan karar etrafında tutarlı bir anlatı oluşturup bunu etkili bir şekilde aktaramazsa ve insanların şu anda sorduğu sorular tam ve ikna edici bir şekilde yanıtlanmazsa” Erdoğan, ittifakın yaşadığı krizi kullanacaktır.
Erdoğan’ın Mutlak Anti-tezi
France24’ün analizi Kılıçdaroğlu’nu hem politik hem de kişisel bağlamda Erdoğan karşıtlığında çerçeveliyor.
Karizması olmadığı için sık sık eleştirilen Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın “yarattığı kutuplaşma”nın akabinde toplumsal sükûnet için ideal aday olduğunu belirten analiz, CHP liderinin “azınlıklardan oy alabileceğine” vurgu yapıyor.
Bu potansiyeli Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğiyle birlikte okuyan analiz, azınlıkların Kılıçdaroğlu’nda “kendilerini bulabileceğine” değiniyor.
Analizin bu noktasında utangaç bir yorum da Sünni Müslümanların çoğunluğunda bu kimlikle ne kadar karşılık bulabileceğine dair şüpheyi dile getiriyor.
Bir Aday Profilinden Ziyade Proje
France24’ün analizi Kılıçdaroğlu’nun adaylığını farklı bir pencereden ele alarak sonlanıyor. Ludovic de Foucaud bu durumu “gücü kişiliğinde değil, rakibinde” şeklinde özetliyor ve şöyle devam ediyor:
“Muhalefet onun önerdiği şeyde ısrar etmek istiyor: bu bir adam değil, bir proje. Erdoğan’ın kendi etrafında inşa ettiği bu tür ultra dikey, başkanlıkçı, Sezarist sisteme, tek adam yönetimine son vermek istiyorlar”.
Bu bağlamda Kılıçdaroğlu, güçlü rakibi karşısında güçsüzlüğün eşit dağılımında bir sistemin parçası olarak sunuluyor.
Kurumsal Dış Politika, Kavala ve Demirtaş
Kılıçdaroğlu’nu figür olarak Erdoğan’ın karşıtı olarak duyuran CNN analizi, CHP liderini “Türkiye’nin Batı’ya ait olduğuna inanan biri” şeklindeki referansa değiniyor.
Analiz, Kılıçdaroğlu’nun “Batı’ya karşı daha yumuşak ve öngörülebilir bir yaklaşım sergilemesinin” beklendiğine değinerek Cumhurbaşkanı seçilmesi hâlinde “tek taraflı değil kurumlar aracılığıyla hareket edeceğini” belirtiyor.
Politico ise CHP’li Ünal Çeviköz’e dayandırdığı haberde muhalefetin, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılması çağrısında bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulayacağına dair söz vermesinin önemli olduğuna vurgu yapıyor.
2019’da Adaları Alacağım Diyen Lider: Kılıçdaroğlu
Yunan basınında ise ilginç bir hatırlatma yer alıyor. Kılıçdaroğlu’nun 2017’deki bir konuşmasına atıf yapan haber yukarıda değinilen yorumlara tezat bir bakış açısı sunuyor. “Kılıçdaroğlu: Ege adalarını Yunanistan’dan ‘kurtarmak’ isteyen Erdoğan’ın rakibi” şeklinde takdim edilen haber şu noktaları vurguluyor:
“Bugün artık Türk dış politikasının bir parçası haline gelen Yunanistan karşıtı söylem için, teorik olarak ‘laik’ ve ‘Batı yanlısı’ olmasına rağmen Kemalist CHP ve lideri geçmişte Yunanistan’a karşı olmuştur. Hatta CHP lideri, Erdoğan’a Yunan adalarını ele geçirmek için askeri harekata geçmesi çağrısında bile bulundu”.
Haber bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun 2017’de Yunanistan’a yönelik “Yunanistan 18 Ege adasını ve bir kayalık adayı işgal etmiş durumda. Yunan Savunma Bakanı Panos Kammenos bana ‘Gel ve al’ (Molon Lave) diye cevap verdi. 2019’da geleceğim ve tüm bu adaları alacağım” şeklindeki yanıtı da gündeme getiriyor.
Umut, Kılıçdaroğlu’nun Başarısından Ziyade Erdoğan’ın Başarısızlığında
Türkiye’de muhalefetin Kılıçdaroğlu adaylığında birleşmesinin Batı’da pek de heyecan yaratmışa benzemediğini söyleyebiliriz. Nitekim dikkat edilecek olursa yorumlar Kılıçdaroğlu’nun kapasitesinden ziyade Erdoğan’a yönelik tepkiye odaklanmış görünüyor.
Benzer şekilde yaşanan deprem felâketi sonrası oluşacak bir hükümet karşıtı tepkinin, 1999’da olduğu gibi iktidarı değiştireceğini ümit eden, muhalefetin de bu ümitten beslendiğini gören yaklaşımlar ağırlıklı.
Kılıçdaroğlu’nu tanıtan analiz ya da haberlerin başlangıç noktasının Erdoğan’ın kişiliği olması, her ne kadar uzun dönem süren liderliği gereği normal görünse de CHP liderinin Türkiye’de de kimi muhalif kesimlerin “kazanacak aday” profiline pek uymadığı gerçeğini Batılı yorumlarda da görmekteyiz.
Aynı zamanda Kılıçdaroğlu isminin “yeni”yi işaret etmekten yoksun olduğuna dair yorum da dikkat çekici. 1999 sonrası dönemde Erdoğan, “outsider” bir politik figür olarak bu “yeni”yi kendinde toplayabilmişti. Batı kamuoyunun Türkiye’deki seçimlere bakış açısına göre, on üç yıldır ana muhalefet partisinin liderliğini yürüten bir ismin “Erdoğanvari” bir zafer kazanması yine Erdoğan ismine yönelik tepkilere bağlı olacakmış gibi görünüyor.
Kılıçdaroğlu isminin, bir aday profili olmaktan çıkarılıp bir “proje” olarak sunulması da biraz bu olguyla bağlantılı. Dış politikada kurumsallık, Türkiye’nin yerinin Batı olduğuna dair inanç, Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılması gibi Batı’da öne çıkarılan vaatler de bu projenin somut görünümleri.
Bir Cevap Yazın