
MASA Ankara olarak bu hafta, toplumsal hayatın her noktasına dokunan Kahramanmaraş depremlerine dair bir oturum gerçekleştirdik. Raporumuza geçmeden önce deprem faciasında hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, geride bıraktıkları sevdiklerine de sabırlar diliyoruz. Nitekim bu büyük faciada ortaya çıkan toplumsal dayanışmanın kıymetli ve Türkiye’nin sosyo-politik olgunlaşmasının önemli bir belirtisi olduğunu düşünüyoruz. Bu dâhilde, depremin etkilediği her siyasi ve toplumsal konuya dair akılcı analizin kıymetli olduğunu düşünüyor, çalışmalarımızı bu yönde ilerletiyoruz.
Deprem konusunda konuğumuz Doç. Dr. Bülent Özmen ile depremin ve Türkiye’de deprem-inşaat-afet planlama zincirine dair konuşma fırsatı bulduk. Esasında, büyük bir insanî ve maddi yıkıma yol açan depremin etkilerinin henüz en başında olduğumuz kanaatindeyiz. Nitekim bu ölçekteki doğal afetler uzun erimli sonuçları, birkaç yüzyılı etkileyen zincirleme olayları doğurur bir niteliğe sahip. Depremin yaratacağı iç göç, bölgesel ekonomik aktivite kaybı, tarihi merkezlerin yıkılması ve toplumsal psikoloji üzerindeki etkileri henüz gün yüzüne çıkmamış durumda.
Türkiye’nin çeper illerinde yaşanan bu depremin yarattığı kayıplara bakacak olursak, olası bir İstanbul depreminin ne kadar yıkıcı olacağına dair bir analiz yapma şansımız da doğmuş oluyor. Tek başına 300 milyar dolardan büyük bir ekonomi olan İstanbul’un göreceği zarar Türkiye’nin en prestijli şehrinin toparlaması oldukça güç bir sarmala girecek olması demektir. İnşaat kalitesine ve depreme dair kanuni düzenlemelere dair ciddi soru işaretlerinin ortaya çıktığı bir dönemde, olası bir İstanbul depremi, esasında, Türkiye için çoktan bir “ulusal güvenlik meselesi” olmuş durumda.
Nitekim şehirlerin büyümesi, şehirlerdeki nüfus yoğunluğunun artması ve ekonomik aktivitenin merkezileşmesi 20. asırda hızlanmış ve artık 21. asırda nihayetlenmiştir. Bu örüntülerin şiddetli bir şekilde yaşandığı İstanbul ise tam da modernleşmenin bir ürünü olarak depreme ve dolaysıyla Türkiye’yi tehdit eden en büyük doğal afet olayına çok hassas bir konuma yerleşmiştir. Yerleşimin seyrek olduğu, âdem-i merkeziyetçi anlayışın hüküm sürdüğü imparatorluk İstanbul’unda yaşanan depremlerin aksine, bugünün İstanbul’unda yaşanacak deprem çok daha ciddi sonuçlar doğuracaktır.
1509’daki Büyük Konstantiniyye depremi de Osmanlı Devleti için önemli bir dönüm noktası olmuştu. Depremden sağ kurtulan Sultan II. Beyazıd şehrin yeniden imarında ahşap malzemeleri önceleyerek olası ikinci bir depreme dair hazırlıklı olmak için kanuni düzenlemeler yaptı. Her ne kadar yapıların ahşap olması gerçekten de enkazdan kurtulma ihtimalini arttıracak olsa da aynı ahşap yapılar devam eden yıllarda büyük İstanbul yangınlarına sebep oldu. Bu boyuttaki büyük krizlerde verilen kararların her zaman beklenen sonuçları doğurmadığı, aksine başka sorunlara da sebep olduğunu unutmamak gerekir.
Şu an yeniden imar çalışmalarına hız verildiği afet bölgelerinde ise benzer hataların tekrar edilmemesi karar vericilerin gündeminde olmalıdır. 14 milyonluk bir nüfusu etkileyen bu felâketin ise yaratacağı toplumsal sonuçlara dair de akılcı bir irade koymak zorunludur. Nitekim deprem bölgelerinden ayrılanların Türkiye’nin batısındaki büyük şehirlere taşındığı, kentli yoksul sınıfların sayısının arttığı ve sosyal uyumun günden güne darbe gördüğü bir senaryonun gerçekleşmesi oldukça muhtemel gözüküyor. Bu kişiler büyükşehirlerde göçmenlerin de yoğun olarak yaşadığı düşük sosyo-ekonomik alanlarda yerleşmeye başlayacağı için – depremle de şiddetlenen etnik kökenli toplumsal gerilimlerin de artabileceğinin altını çizmemiz gerekir. Öyle ki afetlerden doğan kaos ortamını fırsata çeviren provokatör siyasilerin bu konuda zaten mevzilendiğini, bunun da son derece tehlikeli olduğunu düşünüyoruz.
Bu etkilerin sınırlandırılması için deprem bölgelerinden göçleri önleyecek politikaların karar vericilerin gündeminin en tepesinde olması gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim eğer bu insan hareketliliği artarsa, Türkiye henüz büyük oranda yaşamadığı kent evsizliği ve kent içi asayişin bozulması gibi problemleri yaşamaya başlayacaktır. Neoliberal parametrelerle tasarlanan Türkiye büyükşehirlerinde ise bu problemlerin şiddetlenmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
Bütün bu durumlara ek olarak, İstanbul’da yaşanması beklenen deprem için bir prova niteliğinde olan Kahramanmaraş depremlerindeki afet yönetimi ve depremlerle ilgili şu ana kadar yapılan kanuni düzenlemelere dair dersler taşımaktadır. Osmanlı ahalisinin “Kıyamet-i Suğra” yani küçük kıyamet olarak nitelediği 1509 depreminin bir sonraki tezahürünün “Kıyamet-i Kübra” olmaması için büyük bir kararlılıkla mücadele edilmelidir. İstanbul’da yaşanacak şiddetli bir deprem senaryosu modern Türkiye’nin en büyük imtihanı olacaktır.
Bir Cevap Yazın