Dünya ve 14 Mayıs Seçimleri: Körfez ve Avrupa Birliği

Hem muhalefet hem de iktidar kanadı bir süredir Türkiye’deki seçimlere dışarıdan bir müdahale olabileceğini veyahut zaten böyle bir müdahalenin olduğu iddiası içerisinde. Muhalefet kampına yakın bazı kaynaklar bu müdahalenin Rusya ve bazı Körfez-Arap ülkelerinden gelen maddi destek ile şekillendiğini iddia ediyor. İktidar kanadında sıklıkla dile getirilen iddia ise Batılı devletler, Avrupa Birliği (AB) ve ABD’nin Kemal Kılıçdaroğlu ve Altılı Masa siyasetini destekleme kararı aldığı yönünde. Bu kanaat ise Batı medyası ve “think tank” kuruluşlarında Kılıçdaroğlu’nu öven,onun olası iktidarının AB ve ABD ile ilişkilerde yeni bir fırsat oluşturacağını iddia eden analizlerle pekişmiş durumda.

Her ne kadar çeşitli ülkeler Türkiye’deki iktidarın şekline yönelik bazı tasarruflara ve tercihlere sahip olsa da Türkiye’deki seçimlere gerçek manada bir dış müdahale yapıldığı iddiası çok doğru değil. Özellikle ABD ve bazı AB üyesi devletlerde Rusya’nın gerçekleştirdiği seçim müdahaleleri minvalinde bir girişimi Türkiye’de beklemek şu noktada çok gerçekçi de gözükmüyor. Türkiye’de seçmenler halen daha geleneksel medya yöntemleriyle yönlendirildiği için de Rus müdahalelerin ana parametresi olan sosyal medya manipülasyonlarının da etkin olması zaten beklenemez.

Buna ek olarak ben uluslararası toplumun büyük çoğunluğunun tercihinin Erdoğan yönetiminin devam etmesinden yana olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Batılı ülkeler sisteminde küreselci-liberal eksende konumlanan bazı aktörler Kılıçdaroğlu’nu açıkça tercih ediyor gözükse de Batılı hükümetlerin ve bilhassa da AB’deki yönetici kadroların olası bir Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı dönemine sıcak bakmadığını söyleyebiliriz. Bunun başlıca sebebi de muhalefet liderlerinin defalarca tekrarladığı – ve altı siyasi partinin ortak vizyonunu yansıttığı iddia edilen “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” içerisinde AB ile Mart 2016’da mutabık kalınan geri gönderme ilkelerine karşı olmaları. Olası bir Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı AB ile ilişkilerde majör bir siyasi riski beraberinde getirmekte.

Birçok AB devletinin “beka” parametreleri içerisinde değerlendirdiği sığınmacı ve göçmen meselesinde Türkiye’nin tek taraflı olarak 2016’daki mutabakatın kurallarını uygulamamaya başladığı bir senaryo Türkiye-AB ilişkilerini derin bir kriz sarmalına sokacaktır. Her ne kadar yeni kurulacak bir iktidarın politika üretme kabiliyeti kısıtlı olsa da muhalefetin 2019’dan beri dillendirdiği göçmen meselesinde ivedilikle adım atması beklenebilir. Bilhassa CHP ve İYİ Parti’nin söyleminde sıkça yer edinen sığınmacıları geri gönderme sloganının en azından kozmetik düzeyde gerçekleşmesi için atılacak olası adımlar AB nezdinde ciddi bir tepki doğuracak ve Batı ile ilişkilerde beklenen yumuşama yaşanmayacaktır.

Bilahare, AB kaynaklı fonlardan Türkiye’ye nakdi para girişi ve vize serbestisi gibi meselelerde de yol kat edilmesi bu açıdan gerçek dışı görünmektedir. Zira Türkiye’ye vize serbestisinin gündeme gelmesi de 2016 mutabakatı ile gerçekleşmişti. O dönem bu mutabakatın yapımında kilit rol oynayan ve şu anda da Altılı Masa’nın bir mensubu olan Ahmet Davutoğlu da şüphesiz bu gerçeğin farkındadır.

Erdoğan yönetimi ile AB bürokrasisi arasında somutlaşan statüko bu açıdan değerlendirildiğinde AB başkentleri için daha tercih edilebilir görünmekte. Bu dahilde, Kılıçdaroğlu yanlısı sayabileceğimiz analizlerin AB yerine ekseriyetle ABD menşeili olduğunu düşünürsek AB’nin olası bir muhalefet zaferine oldukça ihtiyatlı yaklaştığını belirtebiliriz.

Ağustos 2022’de kaleme aldığım bir yazımda olası bir Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığında Türkiye ve Körfez-Arap ülkeleri arasında yaşanabilecek krizlere değinmiştim. Esasında bu risklerin de hâlâ devam ettiğini belirtmek gerekiyor. Her ne kadar Körfez-Arap devletleri yine Erdoğan’ı desteklemek için olağanüstü bir çaba içerisinde görünmese de onların da artık bu seçimdeki tercihlerinin Erdoğan’dan yana şekillenmeye başladığı tahlilini yapabiliriz. Türkiye’nin uzun süredir Katar ile geliştirdiği stratejik ilişkiler ve son iki sene içerisinde keskin bir dış politika revizyonu ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan ile yaşanan yakınlaşma yine olası bir Kılıçdaroğlu hükümeti altında riskli duruma düşecek dış politika başlıkları arasında yer alıyor. Middle East Eye gazetesine konuşan yetkili bir Millet İttifakı mensubuna göre Kılıçdaroğlu ve ekibi Erdoğan’ın Katar, BAE ve Suudi Arabistan yetkilileriyle gizli anlaşmalar yaptığını düşünüyor – ve bu anlaşmaları gün yüzüne çıkarmak istiyor.

Türkiye-Körfez ilişikleri aynı AB-Türkiye gibi domestik siyasi zeminde politize edildiği için olası bir Kılıçdaroğlu yönetimi bu alanda da politika revizyonuna gidiyor görüntüsü vermek isteyecektir. Kemal Kılıçdaroğlu yakın zamanda Bayraktar gibi savunma sanayi şirketleri için daha fazla devlet kontrolünün gerektiğini söylemişti. Bu beyandan yola çıkarak Kılıçdaroğlu’nun seçildiği takdirde halihazırda Bayraktar TB-2 satın almak için kontrat taahhüdünde bulunmuş Katar, BAE ve Kuveyt’e bu satışları engelleme girişiminde bulunabilir. Buna ek olarak, Kılıçdaroğlu İstanbul’da öldürülen Cemal Kaşıkçı davasının Suudi Arabistan’a transferine de karşı çıkmakta. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu bu davayı yeniden açma taahhüdünü de birkaç kere yineledi.

Bu başlıklarda beklenen revizyon Türkiye ve Körfez başkentleri arasında bir krize sebep olacak potansiyelde gözüküyor. Gene Kılıçdaroğlu bölgesel vizyonunu aktarırken de Arap-Körfez ülkelerine dair şüpheci ve mesafeli davranıyor. Saadet Partisi’nin “Geleneksel İslam Ülkeleri Büyükelçileri İftarı” sırasında konuşan Kılıçdaroğlu, “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı” kuracağını ve bu teşkilatın üyelerinin de “Türkiye, İran, Irak ve Suriye” olacağını belirtti. Esasında bu beyan da eski değil – hatta Kılıçdaroğlu bir süredir bu teşkilatı hayata geçirmekten bahsediyor. Kılıçdaroğlu’nun İran’ı bu bölgesel ortaklık projesinde asli unsur olarak sayması ve gene İran nüfuzunun oldukça baskın olduğu Irak ve Suriye’yi de bu vizyona dahil etmesi oldukça riskli sayılabilecek bir dış politika önerisi. Türkiye’nin Körfez-Arap ülkelerine yerine İran ile ilişkilerini derinleştirmesi de gene bilhassa Riyad’da endişe verici bir süreç olarak okunacaktır.

Raportör Batu Coşkun hakkında 15 makale
Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun olduktan sonra London School of Economics’te Karşılaştırmalı Siyaset yüksek lisansı yaptı.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın