
Ukrayna’daki savaş ABD tarafından dünyayı tekrar iki kutuplu bir düzenden tasarlanıyor: Bir yanda demokrasiler, diğer yanda otoriteryan rejimler.
İkinci kutuptaki ülkelerin başını Rusya ve Çin çekiyor.
10 Mart 2023’te Çin’in başkenti Beijing’de gerçekleşen İran ve Suudi Arabistan buluşması hem Çin’in bölgedeki nüfuzu hem de iki kutuplu yeni düzeni kanıtlayacak bir gelişme olması sebebiyle bu bağlamda güncel bir örneği teşkil ediyor.
Türkiye ise gerek 21 yıllık Erdoğan iktidarı gerekse son dönemde Batı ile olan ilişkilerinin farklı boyutlarda kırılmalara uğraması sebebiyle bu kutba “daha yakın” görünen bir NATO müttefiki olarak tanımlanıyor.
Bu bakımdan yaklaşan seçimler Türkiye açısından demokratik değerler ile otoriteryanizm arasında bir tercih olarak Batı tahayyülünde karşılık buluyor.
Bununla birlikte Erdoğan’ın iktidarının uzunluğu ile ilgili olgu Cumhurbaşkanı’nın demokratik seçimlerle bu başarıyı tescillediğinin göz ardı edilmesi dikkat çekici.
Bu aynı zamanda Türkiye’nin, en olumsuz şartlarda bile gerçekleştirdiği seçim geleneğine de haksızlık.
Daha önce de belirttiğimiz gibi 21 yıllık bir AK Parti iktidarı aynı zamanda Türkiye’de muhalefetin uzun bir başarısızlık hikâyesidir. Topluma alternatif bir politik projeksiyon sunmadaki eksiklikleri ve Erdoğan’ın toplumun önemli bir kesimindeki karşılığı muhalefet partilerini seçimi kazanmaktan geri bıraktı.
Dolayısıyla Türkiye’yi Çin ve Rusya kutbuna yakın görmenin kanıtları sanıldığı kadar güçlü değil. Fakat bu yorumu mümkün kılan kanıtlar da sanıldığı gibi telafi edilemez değil.
Sonuçları kendisi açısından en belirsiz seçime giren Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti, bu en belirsiz dönemde bile %30 civarında oy potansiyelini muhafaza ediyor.
Muhalefet ittifakının parçalı yapısı karşısında AK Parti, hâlâ güçlü bir desteğe sahip ve bu da onu Türk siyasetine dair gelecek projeksiyonlarının yaşamsal bir parçası kılmayı sürdürüyor.
Bunun anlamı demokratik değerlerin dünyasında yer alacak bir Türkiye’nin büyük ölçüde AK Parti’nin kendini yenileyebilme kapasitesiyle olanaklı olduğudur.
Peki AK Parti’nin neden böyle hamleye ihtiyacı var. Madde madde ele alalım:
Birinci neden, yukarıda değinildiği gibi, Türkiye’nin bölgesel rakibi İran’ın Çin’in nüfuzu altında Suudi Arabistan ile yeni bir dönem başlatması. Çin’in Yunanistan’la da iktisadi ilişkilerini geliştirdiği göz önünde bulundurulursa Türkiye’nin, ait olduğu NATO ekseninde bir siyaset izlemesinin kaçınılmazlığı net bir şekilde ortaya çıkıyor.
İran’ın, Türkiye’nin Karabağ çatışmasındaki rolünden duyduğu kaygıyı da not edelim.
İkinci neden, ne kadar zorlanırsa zorlansın Batı paradigmasının Türkiye’nin yönü için belirleyici olduğu gerçeği. Bu gerçeğin son güncel örneği, 1 Mart itibariyle Türkiye’nin, Rusya’ya yönelik ABD ve AB yaptırımları kapsamındaki malların geçişini engellemesidir.
Türkiye bu yaptırımlara geç dâhil olduğu için henüz bir ay öncesinde ABD’den gelen bir uyarıyla karşı karşıya kalmıştı.
Dolayısıyla Türkiye, bu iki neden bağlamında, kendisini “öngörülemez” kılan politikaları bir kenara bırakmalı. AK Parti karar vericileri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda bir aksiyon almasının iç politikada da bir rahatlamaya yol açacağı unutulmamalı.
Keza Türkiye’nin, ait olduğu Batı’nın “öngörülemez” bir müttefiki olmaktan çıkması hem AK Parti hem de Türkiye genelinde liberal bir hamleyle mümkün.
Bunun anlamı ise şu: Seçime giderken AK Parti’nin, liberalleşme hamlesini, dolayısıyla da Batı’yla değerler noktasında kesişebilecek bir tutum izlemesini mümkün kılacak bir kadro revizyonuna kalkışması gerekiyor.
Erdoğan’ın bu husustaki yeteneğine geçtiğimiz yıllarda şahit olduk. Cumhurbaşkanı’nın seçim sürecindeki hamlelerini de bu bağlamda okumak faydalı olacaktır.
Bir Cevap Yazın