
Türkiye, hemen her döneminde, ideolojilerin kulakları sağır ettiği, Zizek’in deyimiyle “gözleriyle duymaya” cüreti ya da yeteneği olmayanların görünürlüğünü “siyaset sayan” bir anlayışa kurban edilmek istendi.
İdeoloji derken, kendi konumunun haklılığına kapılmaktan fazlasını yapamayan bir bakış açısını kastediyorum.
Gönüllü bir şekilde sağır edilmiş kulaklar bu ideolojik anlayışın konforunda, elbette, Aslı Baykal’ın CHP’den istifasının toplumsal ve siyasal düzlemde ifade ettiği kırılmayı görme yetisinden elbette yoksun olacaktı.
Baykal’ın kararına yönelik tepkilerin aşıldık kısmı Türk siyasetinin, Türk toplumunun artık yıldığı, kurtulmak istediği klişeler yığınından ibaret.
Kimileri onu salt bir “ulusalcılık” profilinin devamı olmakla itham etti, kimileri ise ona, geçmişteki birtakım olay ve figürlerden yola çıkarak kader biçti.
Bu yoksunluklarını ikame ettikleri saldırganlıkların toplumsal ve siyasal hafızamızı ne yoğunlukla işgal ettiği ise her yurttaşın malûmu.
Bugün Türkiye’nin en az ihtiyacı olan şey, her birinde bıktıran ezberlere tanık olunan bu kuru gürültüler. Patinaj çeken aracın ilerlediğini sanan ya da hızla akan bir trafiğe sahip otoyolu ürün veren tarla sanan bir olgunlaşmamışlığın ürünleri.
Kaldı ki bu kuruluğun kaynağını en karikatürize olanın başkalarını karikatürize olmakla itham etmekten çekinmediği bir anlayış oluşturmakta.
Bu anlayış aynı zamanda, kendi iç siyasetindeki gelişmeleri “küçümsemeye” hevesli, hatta bu küçümsemeyi “entelektüel bir tutum” sanan “Felâtun beylerin” dinmeyen oryantalizmlerinin bir yansıması.
Oryantalizm, hani şu, Türkleri “insandan aşağı” ve hep “böyle” kalmaya yazgılı gören bakış açısının güncel tezahürleri. Batılılaşmayı da yüzeysel bir şekilde, salt yurdunu “aşağılama” olarak anlayanların kapıldığı o bıktırıcı duygu.
Türkiye, bu “Felâtun Bey” siyasetinden de entelektüalizminden de çok çekti.
Cumhuriyet’in yüzüncü yaşında millî-gayrimillî ayrımı hem iç hem de dış politikada aşikâr bir şekilde görülürken Aslı Baykal’ın “Cumhuriyet’i kuran parti”ye yönelik eleştirisini okuyamama yönündeki gayret de bu anlayışın bir tezahürü.
Türkiye’nin bulunduğu uğrakta artık eskimiş siyasal kalıpların bir anlamı kalmadığını, “-mış gibi” yapmanın bir karşılığının da olamayacağını en berrak şekilde idrak edenlerden biri Aslı Baykal.
Ne yazık ki siyasallaşmaktan önünü göremez hâle gelmiş kimlikler, ezbere kavramlarla Türk siyasetini okumaya dünden razı analizler onu kendi düzeylerine hapsetmek konusunda belki her birimizden daha cüretkâr.
Çünkü zahmetsiz ve her şeyden daha tehlikelisi, “alışılmış” bir şey bu. Siyaset pratiği de entelektüel çaba da bu alışılmışlıktan ibaret sayılıyor. Anlamak yerine “çamur atmak”, kaba tabirle bir “açık aramak” ya da klişeleşmiş ifadelerle “anlıyormuş gibi görünmek” hâlâ karşılığı olan şeyler ne yazık ki.
Dünya, daha on yıl öncesine kadar “modası geçtiği” söylenen “ulus-devlet” kavramının belirleyici olduğu siyasetlerin mücadelesine tanık olurken Türkiye’de siyaset hâlâ “kimlikler savaşının” mekânı kılınmak istenmekte.
İster karşı çıkılsın ister desteklensin, “ulus” kavramı insanları saran, toplumsal düzenin kurucu unsuru olan yegâne duygu ve bu yönüyle en “gerçek” kavram. Üstelik kimilerince “gürültü” olarak görülen toplumun çoğunluğunun da yegâne sığınağı.
Aslı Baykal’ın cesareti, Türkiye’de bu sığınağı siyasetin merkezine taşıma potansiyeli açısından anlamlı.
Fakat memleketin, alıştıklarının konforunda Adornoesk “yarı-okumuşluğa” teslim olmuş entelektüalizmi, Eagleton’ın tabiriyle “kendi devrimlerini küçümseyip başkalarının devrimlerini arşa çıkarmaktan” ibaret olunca bu cesarete hak ettiği saygıyı ve itidali göstermekten yoksun. Öyle değil mi? Biz, başka coğrafyalardaki kadınların siyasal kararlarında “kadının varlığını” görürüz; kendi ülkemizde ise böylesi çıkışları açıklamaya hazır komplo teorilerimiz çekmecelerimizde saklıdır.
“Felâtun Bey” siyaseti ve entelektüalizmi budur biraz da.
Fikirler bireylerde, onların kararlarında bir anlam bulur. Aksi hâlde hiçbir şeydir.
Bu yazıda yapılmaya çalışılan da budur: Ülkemizdeki değişimlere içselleştirilmiş oryantalizmin konforundan yazgı biçmek yerine onu anlamaya çalışmak.
Türkiye’yi “Felâtun Bey siyaseti ve entelektüalizmi”nden bu anlama çabası kurtaracak.
Bir Cevap Yazın