
AFAD ve Kandilli Rasathanesi verilerine göre Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde meydana gelen ve çevre illeri de vuran 7,7 büyüklüğündeki depremin ardından en büyüğü Elbistan merkezli (7,6) olmak üzere 183 deprem meydana geldi. 9 Şubat 2023 tarihi 10.45 itibariyle 12 bin 873 kişi hayatını kaybetti. AFAD, Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen bölgelerde 96 bin 670 personelin görev yaptığını, 50 bin 818 çadır kurulduğunu bildirdi. Diğer taraftan, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) da bölgede toplam 7 bin 500 civarında askerin yardım için görev aldığını web sitesinden paylaştı.
Depremin ardından yardım faaliyetlerine yönelik eleştiriler sosyal medyada yüksek sesle dile getirildi. Eleştiriler ve şikâyetler yardımların gecikmesi, personel sayısının azlığı etrafında şekillense de ilk 48 saatte askerlerin neden sahada olmadığı üzerinde yoğunlaştı. 17 Ağustos 1999 depremine referans verilerek kışladan çıkan askerlerin yardım faaliyetlerinde etkin oldukları iddia edildi. Ancak askerlerin 17 Ağustos depreminde ne oranda faydalı olduklarını tespit etmek pek de mümkün değil.
Neden askerden yardım isteniyor?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) deprem ve benzeri afetlerde sahaya inip sivil yardım ekibi gibi çalışması toplum tarafından her zaman arzu edilen bir şeydir. Askeri, zor zamanda yanında görmek güven hissi yaratır Türk toplumunda. Çaresiz kalmadığını gösterir bir yandan. Devlet kurumlarının yeterli olduğu durumlarda da asker her zaman ‘Mehmetçik’ olarak hasretle beklenir. Bu taraftan bakınca masum bir yardım talebinin sivilden askere yönelmesi olarak görülebilir. Ancak askerin sahaya inmesinin teknik olarak bazı engelleri olduğu gibi güvenlik açısından da riskleri var.
Türk Silahlı Kuvvetleri homojen bir ordu yapısına sahip değil. Türkiye bir NATO ülkesi. Türkiye’de askeri üslerin tamamı TSK’ya ait değil. NATO ile koordine olmadan sınır ötesi harekât yapamıyor TSK. Ordunun kendi başına hareket etme kapasitesinin sınırlı olduğu ve son yıllarda hudutlarda saldırı ve çatışmaların yoğun olduğu bilgisini de cebimize koyalım.
Askerin Sahaya İnmesi ve NATO Bağlantısı
Birkaç soru sorarak Türkiye’nin NATO’daki pozisyonunu inceleyelim. NATO bir tehdit olarak görülmeli mi? TSK’nın yapısında doğal afetlere personel tahsis edildiğinde güvenlik açığı oluşur mu? Deprem gibi toplumsal yıkım da getiren afetlerin onarılmasında TSK olmadan iyileşme mümkün değil mi? Neden askere ihtiyaç var ve asli görevini kenara bırakıp sahaya bu şekilde inmesi neden talep ediliyor?
Arama kurtarma faaliyetlerinin ilk 24 saat içinde yetersiz kalması, yardımların dağıtımında koordinasyon eksikliği yaşanması ve yeterli personelin olmaması birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Bunların başında TSK’nın sahadaki varlığı konusu yer aldı. “Her Türk asker doğar” ve “asker milletiz” söylemlerinden kaynaklı ‘asker, doğal afetlerde yardım etmeli mi?’ sorusuna dönüşen süreç içindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin insan kapasitesi bakımından en büyük kurumu olan TSK’nın oluşumu ve NATO ile bağlantısı burada önem kazanıyor.
Uluslararası Global Firepower şirketi tarafından 2022’de yayımlanan rapora göre TSK dünyanın -140 ülke içinde- en büyük 11. ordusu ve 895 bin askeri personele sahip. Bunun 425 bini aktif durumda geri kalanları sınır ötesi görevlerde ya da yedek personel olarak gereklilik halinde kullanılıyor.
Dünyanın en büyük afetlerinden birini yaşadığımız bu günlerde ise Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından ilk etapta 3.500 daha sonra 4.400 askerin görevlendirildiği açıklandı. Eskiden Silahlı Kuvvetler’e bağlı olan Jandarma’dan ise – 186.170 personel- 834 korucu ve 8.234 personelin yardım çalışmalarına katıldığı İçişleri Bakanlığı tarafından belirtildi. Diğer taraftan 17 Ağustos 1999’da yaşadığımız Marmara Depremi’nde 24.000 askerin -15.000 Jandarma ve 9.000 deniz gücü dâhil- görev aldığı biliniyor.
Depremin 3. gününde ise arama kurtarma faaliyetlerindeki koordinasyon yetersizliği ve personel eksikliği sebebiyle zarurî olarak daha fazla Mehmetçiğin sahada yer aldığı görülüyor. Yapılan son açıklamalar şu anda sahada 16.000 askerin yardım çalışmalarına katıldığını belirtiyor. Bu rakamın hâlâ yetersiz olmasını bir yana bırakırsak neden ilk gün askerin sahaya çıkarılmadığı konusu oldukça tartışmalı.
Doğal Afetler Arama Kurtarma Tabur Komutanlığı’nı da bünyesinde bulunduran TSK’nın en önemli kolordu birlikleri depremin çevresinde bulunuyor: 6. Kolordu ve Müşterek özel Görev Kuvveti (Adana), 7.Kolordu (Diyarbakır), 8. Kolordu (Elazığ) ve TSK’ya bağlı 4 ordudan biri olan 2. Ordu (Malatya).
TSK’nın kapasitesinden ve tecrübesinden neden bu kadar az yararlanıldığı sorusu, yanında birçok spekülasyonu da gündeme getiriyor. 3 kıtada 11 ülkede faaliyette bulunan askerimiz doğal afetlerle mücadele ve arama-kurtarma faaliyetleri konusunda da oldukça deneyimli. Bu deneyim, hem koordinasyon ve personel eksikliğinin yaşandığı bu günlerde hem de deprem sonrası dönemde TSK personelinin sahada daha fazla yer alması gerektiğini gösteriyor.
TSK’nın NATO Sorunsalı
TSK personeli ve kapasitesiyle –ABD’den sonra- NATO’daki en büyük 2. askeri güçtür. Üye olduğu 1952 yılından bu yana ittifak içinde önemli bir yer edinmiştir: NATO harekâtlarına en fazla katkı veren ilk 5 üyeden biridir. NATO Müttefik Kara Komutanlığı (LANDCOM) İzmir’de, Kürecik’te radar takip sistemi ve Konya Hava Üssü’nde NATO AWACS uçakları bulunuyor. NATO’nun bu unsurları, Bosna Hersek (SFOR), Sudan (Darfur Misyonu), Kosova (KFOR) ve Afganistan misyonlarında önemli görevlerde bulundu.
NATO’nun Türkiye’de bilinen 28 üssü mevcut. İttifakla ve özellikle Rusya ile olan ilişkilere bağlı olarak Türkiye’deki NATO varlığı da konum değiştiriyor. Buna rağmen kamuoyu, “NATO bize güvence sağlıyor” fikrinde birleşiyor.
Maraş depremiyle birlikte de ilk günden itibaren NATO üyesi olmanın önemini tekrar yaşıyoruz. İlk gün NATO tarafından yapılan yazılı açıklamada 29 müttefik ve davetli/ortak ülke olarak İsveç ve Finlandiya’nın da desteğiyle ilk etapta 1400’den fazla acil durum personeli, köpekli arama ve kurtarma ekipleri, itfaiyeciler, gıda ve tıbbi desteğin sağlanacağı belirtildi.
Yapılan açıklamada belirtilen destek NATO’nun 24 saat kesintisiz çalışan başlıca sivil acil müdahale mekanizması olan NATO-Avrupa-Atlantik Afet Müdahale Koordinasyon Merkezi (EADRCC) aracılığıyla sağlanmakta.
Türkiye’nin İttifak içinde en çok sorun yaşadığı ve savaş olasılığının bile gündeme geldiği Yunanistan’ın desteği ayrıca dikkate değer. Gönderdikleri yardım ekiplerinin yanında kamuoyunda verdikleri destek çok kıymetli. İsveç ve Finlandiya tarafından gönderilen yardımlar da –İttifak ortağı ülkeler- bu kapsamda önemli.
Türkiye tarihinin en zor süreçlerinden birinin yaşandığı bu günlerde ekonomik ve askeri olarak dünyadaki en gelişmiş ülkelerin yer aldığı örgütün parçası olmak NATO’nun tehdit olup olmadığı sorusundan öte bir güvence sağlıyor. TSK’nın ittifak üyeleriyle koordine sorunun olmaması ve aynı örgütün mensubu olmanın sağladığı güven bu noktada etkili.
Karşı Yorum: Askerin Sahadaki Etkisi
TSK personeli olmadan da elbette arama kurtarma faaliyetleri devam eder. Bunda hiç kimsenin bir şüphesi yok. Fakat TSK ile hem daha güçlü hem de daha hızlı olur.
Türkiye Cumhuriyeti kurumları arasında insan kapasitesi bakımından ilk sırada olan TSK’yı görmezlikten gelmek ya da kabiliyetini yok saymak sadece süreci zorlaştırmakla kalmıyor. Aynı zamanda Türk halkına “Askerimiz nerede?” sorusunu da sorduruyor.
Ela Tiryaki
Bu bilgilendirmelerin yaratacağı kafa karışıklığını da yol haritamızda bir uğrak olarak işaretleyerek yaşadığımız deprem faciasının hasarını minimize etme pratiklerine odaklanalım.
Şehirlerde alt yapının çökmesi, iletişim kanallarının bozulması, ekip ve ekipmanların yetersizliği deprem kadar doğal bir süreç/sonuç. Bunun önkabulüyle adımların atılması, yaraların sarılmasını da hızlandırabilir. İktidarın yönetme kapasitesini tartışmak içinden geçtiğimiz süreçte yersiz. Muhalefet etme toplumsal yıkım dönemlerinde askıya alınmalı.
Depremin 72 saatini geride bırakırken ‘aciliyet’ en hayati kelimemiz. Mutlaka yapılması gerekenler arasında siyasi çekişmeler olamaz. İç savaşa götürecek kargaşa çağrılarına müsamaha edilemez. Irkçılığın dozunu artırarak enkaz altından insan kurtarılamaz. İktidarın zafiyetlerini enkaz kaldırırken sosyal medyada çatışmaya dönüştürmek dondurucu soğukta beton altındaki insanlara fayda sağlamaz. Bunları söylemek ve yazmak kolay. Çünkü şu an 10 kentte kaos çıkabilmesi için organize bir proje hayata geçmiş durumda. Önerilerimiz arasında yaptığımız hiyerarşi önemliden önemsize değil acil olandan çözüme yakın olana şeklinde okunmalı.
Her şeyden önce engelleyici unsurlar ortadan kaldırılmalı, sessize alınmalı.
1- Hatay’ı merkeze alarak göçmen nefretini kaşıyan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve ona bağlı sosyal medya ekipleri hakkında ‘dezenformasyon yasası’ kapsamında soruşturulma açılmalı. Halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevk ettiği alenî olan Özdağ ve ekibinin daha fazla vakit tanınmadan durdurulması elzem. Nitekim Ümit Özdağ toplumsal kargaşa yaratmak için Suriyelileri nefret odağına oturtmuş durumda. Özdağ, TSK ve Emniyet güçlerine de ‘vur emri’ gibi son derece tehlikeli -belki de depremden daha yıkıcı olacak şekilde- bir çağrıda bulunarak ülkeyi ateşe atma derdinde. Sonraki adımı düşünmeden akla gelen en tehlikeli fikri hayata geçirmeye çalışan Ümit Özdağ’ın teknik imkânları dahil olmak üzere erişebileceği tüm bağlantılar kilitlenmeli. Özdağ, bilinçli olarak Suriyeli göçmenlerin öldürülmesi ve bunun üzerinden yaratılacak korku ile onların Suriye’ye dönebileceği üzerine bir planın yürütücüsü olarak sahada. Bunun yaratacağı toplumsal infial, pogroma götürecek kadar güçlü bir dürtüyü harekete geçirebilir. Sayıları azımsanmayacak Suriyeli göçmenlerin karşılık verme kapasiteleri de düşünüldüğünde karşı karşıya kalacağımız kıyımın büyüklüğünü gözler önünde bulundurmamız gerek.
2- Yanlış yerde yanlış zamanda muhalefet: Kılıçdaroğlu!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu depremden sonra tüm Belediye Başkanlarına talimat verdi. Pandemi döneminde iktidarın CHP’li Belediyelerin yardım toplamalarının engellemesini hatırlatarak ‘gerekirse tutuklanın’ diye paylaşımda bulundu. İktidar henüz yardım toplayan, aracı olan ve ulaştıran hiçbir kişi veya kuruluşa engel olmadı. Hatta dün (07/02/2023) OHAL ilan eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sahada aktif olarak bulunan sivil toplum kuruluşlarına da teşekkür etti.
Kılıçdaroğlu’nun seçime odaklı deprem siyaseti kendi siyasi yıkımını da beraberinde getiriyor. Muhalefet ederken klişelere sarılması can derdinde olan insanların ve ekiplerin dikkatini dağıtıyor. Bölgeye yardıma gitmeye çalışan sivil toplum örgütlerinin ‘engellenebiliriz’ ihtimalini düşünmelerine neden oluyor. Zihinsel olarak da kanalların açık olması gereken bir süreçte Kılıçdaroğlu’nun yersiz muhalefet etme çabası Erdoğan’ın muhalefet edilmesi gereken adımlarının üstünü örtüyor açıkçası. Yersiz ve zamansız bir muhalefet her zaman, eleştirdikleri iktidarın işine yarar. CHP liderinin dozunu ayarlayamadığı sözler kendisine zarar vermeye başlıyor. Kılıçdaroğlu’nun suhulet içinde ana muhalefet lideri olarak yardım çalışmalarını organize etmesi gerekirken, yüksek perdeden çıkış yapması haklı olsa bile haksız algılanmasına neden oluyor. Kılıçdaroğlu ile iktidar cenahından üst düzey isimlerin irtibata geçmesi şart. Aksi takdirde sahada pedallar çalışmayacak, ‘engel çıkarıyorlar’ diyen Kılıçdaroğlu’nun kendisi engel hâline gelecektir.
3- Yapılması gereken bir diğer şey de bant daralmasına gidilen sosyal medyanın derhal eski hızına kavuşturulmasıdır. Onlarca insan enkaz altından gönderdikleri fotoğraf ve videolarla kurtarıldı. Ayrıca aynî ve nakdî yardımlar, kurtarma çalışmalarının organize edilmesi de sosyal medya aracılığıyla daha hızlı gerçekleştiriliyor. 17 Ağustos 1999’da sosyal medya yoktu. Şimdi var ve bu ilk 2 maddede belirttiğimiz ‘engelleyiciler’ sebebiyle sekteye uğratılmamalı.
4- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın OHAL kararının ardından akla gelen OHAL travmalarını anlamak mümkün. OHAL ilan etmek vaka odaklı bir zeminde yürütülürse hızlandırıcı da olabilir. Ancak burada önermek istediğimiz başka bir şey daha var. 10 kenti kapsayan bir yoğunlaştırılmış merkezi yönetim pratiği. Valilerin bu süreçte yetersiz kaldığına herkes şahit oldu. Belediye Başkanlarının tükendiklerini kendi dillerinden dökülen sözcüklerle duyduk.
Adıyaman’dan aldığımız haberler doğrultusunda güncel durumun vehametini anlayabildik. Adıyaman Valiliğinin kriz anında etkili olamaması ve süreci yönetmekte gerekli eforu sarf edememesi yıkımın sonuçlarını altından kalkılamaz hale getirdi. Adıyaman Valisi Mahmut Çuhadar’ın, bu durumu ispatlar şekilde, derdini anlatan halk karşısında gülümsemesi söz konusu yönetim zaafiyetini açıkça ortaya çıkaran bir görüntü oldu. Bu sebeple mevcut Valinin görevden alınmasının yerinde olacağını düşünüyoruz.
Ankara’dan 10 kente, bölgeyi OHAL süresince idare edecek koordinasyonu güçlü bir ‘afet kayyım ekibi’ atanmalı. Bunlar STK’larla, resmi yardım kuruluşlarıyla, TSK’yla, Emniyetle hızlı ve etkili iletişim kurabilecek bürokratlardan oluşmalı. Süreci her anlamda hızlandıracak bu adımla işleyiş, 3 ay içerisinde yaraları sarmaya başlayacak seviyeye getirilebilir. 10 şehir tek tek Bakanlara veya Valilere emanet edilemeyecek durumda. Böyle bir felaketin altından kalkabilecek mülki ve idari amirin yetişmiş olabileceğini düşünmek safdillik olur.
5- 10 kentte arama ve kurtarma çalışmaları hâlâ devam ederken deprem mağdurlarından, orada olmaları zaruret teşkil etmeyen nüfusun en az yüzde 50’si çevre 20 şehre taşınmalı. Oteller, misafirhaneler, konteyner kentler taşınacakları şehirlerde konaklamaları için hazırlanmalı. Gıda ve ısınma yardımlarının deprem kentlerine taşınması yerine mevcut haliyle daha sağlıklı olan çevre illere insanların götürülmesi daha kolaylaştırıcı olabilir. Nitekim deprem mağdurlarıyla yaptığımız görüşmede şehirde akaryakıt, doğalgaz, elektrik ve su gibi yaşamsal ihtiyaçların giderilemediğini de öğrendik. Güvenlik gerekçesiyle hiçbir apartmana ve haneye gaz, su, elektrik verilmiyor. Jeneratörler, battaniyeler, ısınma aparatlarını bekler durumdalar. Oysa tahliye edilip taşınacakları kentlerde böyle bir sorun yok ve çözüme birkaç saatte erişmiş olacaklar. Bunun 20 şehirle sınırlandırılmaması işimizi daha fazla kolaylaştıracaktır. İktidarın 10 kente yardım ve enerji taşımak yerine insanları enerjinin halihazırda mevcut olduğu kentlere taşıması daha az masraflı ve konforlu olabilir.
6- Sosyal medyada bireysel hesapların, Ümit Özdağ’ın yönettiği örgütlere bağlı olanlar dışında, peşine düşülmemeli. İnfial yaratma kapasitesi olmayan paylaşımlar için hiçbir şekilde enerji harcanmamalı. Bunlar gerekçe gösterilerek internet bant daralmasına gidilmemeli, aksine internet hızı artırılmalı ve ücretsiz hale getirilmeli. Mobil internet noktaları oluşturulmalı. İletişimin hiçbir şekilde kesilmediği bir 3 ay organize edilmeli.
7- İmamlar da görevlendirilmeli. Güvenlik zafiyeti oluşmaması adına askerlerin kışladan çıkıp sivil yardım faaliyetinde bulunmamaları gerekir. Belli noktalarda, zaruri durumlarda askerlere elbette ihtiyaç olacaktır ancak bu kapasiteyi sınırlı sayıda tutmak konjonktür gereği oldukça önemli. Askerlerin yerine imam ve müezzinlerin ikâme görevi görebileceğini düşünüyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde 138 binin üzerinde imam ve müezzin bulunuyor. İmamların günlük faaliyetleri düşünüldüğünde sivil bir yardımda bulunabilecek yeterlilikte ve sağlıkta olduklarını söylemek mümkün. İşlevselliklerine göre her kente 5 bin imam veya müezzinin gönderilmesi gerekir. Gidecekleri kentlerde birimlere ayrılarak yetenekleri ölçüsünde yardım faaliyetlerine katılmaları sağlanmalı. Afet veya savaş durumlarında ibadetin ikinci planda kaldığı bilgisinden de hareketle Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın sembolik yardım görüntülerinden bir adım daha öteye gitmesi gerekir. OHAL döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyanet’e bu talimatı vermesi oldukça önemli. Askerin sahaya girme tartışmalarının da önü kesilecek, toplumda itibarı kısmen zedelenmiş Diyanet İşleri Başkanlığına da yeni bir vitrin kazandıracaktır.
Bir Cevap Yazın