İran’lı ünlü yazar İran’ın başörtü korkusunu anlattı

İran’lı ünlü yazar Sara Baherirad, ülkesinden ayrılış hikâyesini, Mahsa Amini protestolarının doğuşunu ve Türkiye’deki kadın hareketlerini MASA Stratejiler ve Çözümler’e anlattı.

Ayşe Çalık: Öncelikle benimle bu görüşmeyi gerçekleştirmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sara Hanım kadın çalışmaları uzmanı ve sosyolog. Tanışmamız Mülkiye Dergisi Feminizm Özel Sayısı tanıtım toplantısında oldu. İran’da kadın hareketi ile ilgili sunumunuz ve dergideki “Tanrı Havada Savrulan Saçlarda Gizlidir .… İran’da Kadın Hareketi Bağlamlar ve Tarihsel Süreçler” yazınızdan çok etkilendim. İlk olarak çok edebi ve dokunaklı bir dil kullanıyorsunuz. Ayrıca Doğan Kitap tarafından Kadın Gibi Kadın başlıklı bir kitabınızın olduğunuzu da belirtmek isterim. Bugün sizinle özellikle İran’da devam eden kadın hareketleri üzerine konuşmak istiyorum.  Özellikle ülke olarak neden Türkiye’ye geldiğinizi merak ediyorum.

Sara Baherirad: Öncelikle ben de bana bu fırsatı verdiğiniz ve güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. İran’da sosyoloji okudum. Eğitimime yurtdışında devam etme kararı aldım. Bunda özel hayatımda yaşanan birtakım değişikliklerin de etkisi oldu. Benim için zorlu dönemlerdi ve İran’dan çıkmak istiyordum. O dönemler aslında Avrupa’ya gitmek için vizem de vardı. Fakat Ortadoğu’da büyüyen bir kadın olarak ve sosyoloji alanında çalışan biri olarak Avrupa’ya yeni bir şey katamayacağımı veya farklı bir şey üretemeyeceğimi düşündüm. Bu sebeple Ortadoğu sınırlarından çok da ayrılmak istemedim. Türkiye benim için her zaman çok cazip bir ülkeydi. Çünkü Türkiye Ortadoğu’da Müslüman çoğunluğuna sahip ve aynı zamanda laik olan devlet, hukuken kadın hakları ileri seviyede olan bir ülke. Özellikle ODTÜ’de okumak benim hayatımda fark yarattı. Kampüsün atmosferi, bilimsel seviyesi, eğitimi beni cezbetti.

Gençlik yıllarımdan itibaren Türkiye benim ideal bir ülke oldu. Tarihine baktığımda ve okuduğum kadarıyla özellikle sosyoloji öğrencisi olmanın da etkisiyle bana göre özgürlükler ülkesiydi. Kadının bir sesinin olduğu, kadın haklarının olduğu ve kadının durumunu çok farklı hayal ederdim.  

A.Ç: Türkiye’ye geldiğinizde süreç nasıl devam etti?

S.B: Türkiye’ye geldiğimde buranın da Ortadoğu’nun bir parçası olduğunu anladım. Hukuken ve kanunen eşit fırsatlar olsa da kadın cinayetleri, kadının durumu ve kadın hakları konusunda daha iyi bir yerde olduğunu hayal ederdim. Fakat Türkiye’ye geldiğim zaman bazı düşüncelerim değişti. Hukuken ve kanunen eşit fırsatlar olsa da, mesela İstanbul Sözleşmesi gibi, kültürel olarak yapılması gereken çok fazla iş olduğunu fark ettim. Kadının uyanışı, kadın hareketine katkının artması ve daha fazla kadının bilinçlenmesi gerektiğini gözlemledim. Sanırım geldiğim ilk aylardan itibaren bu düşünceye varmıştım. Evet, hukuken çok iyi bir yerdeyiz. Avrupa’nın birçok ülkesinden daha önce kadına oy hakkı verilmiş. Fakat kadın cinayetleri sıralamasında ve eşitsizlik konusunda çok gerilerde olduğumuzu fark ettim.

A.Ç: İran’daki kadın hareketiyle ilgili yazılarında dikkatimi çeken “kadını ilk olarak açılmaya, sonra kapanmaya zorladılar” sözün dikkatimi çekti. Bunu biraz açabilir misin?

S.B: Elbette. Aslında İran’da medyanın da etkisiyle birlikte Şah döneminde her şey çok iyiymiş gibi anlatılır ve ondan sonrasını yıkım süreci olarak görürler. Bu her iki dönemi karşılaştırırken bir tarafı savunmam anlamına gelmiyor. Objektif olarak baktığım zaman kadının bedenine her zaman müdahale vardı. Fakat Pehlevi dönemi kadın zorla, yaratılan modern kadın figürüne uygun olarak açılmaya zorlandı. Bu modern kadın şehirli ve ileri görüşlü, modern bir kadındı ve bu kadına benzemek amaçlanmıştı. Hicab (başörtüsü) kanunen Rıza Şah zamanında yasaklanmıştı. Fakat Muhammed Rıza Şah’ın oğlu zamanında bu yasak kaldırıldı. Devrimden sonra da kadının bedenine müdahale, kapanarak yapıldı. Kadınlar adına kararlar alındı ve bedeni hakkında kararlar verildi. Aslında Ortadoğu’nun birçok ülkesi gibi yüzyıldır kadın rahat bırakılmamıştır. İran’da hicab meselesi siyasidir ve kadın hareketinin temelinde hep vardır.

A.Ç: Aslında hepimiz İran’da kadın konusunda her zaman küçük ya da büyük muhalif eylemlerin sürekli devam ettiğini biliyoruz. Peki Mahsa Amini protestolarına giden süreç nasıl oldu? Binlerce kişini hâlâ sokak eylemlerine devam etmesine götüren sebepler ve olaylar nelerdir?

S.B: İranlılar kadını ve erkeğiyle devrimden sonra farklı eylem yöntemlerini izlediler. Devrimden sonra 8 yıllık savaş sürecinde milliyetçi duygular yükseldi ve ekonomik ambargoların uygulanması da farklı bir sürece soktu. Hükümetler milliyetçi duyguları ve Batı karşıtlığını hep koz olarak kullandılar. İran’da kadın hareketlerinde Türkiye’den farklı olarak siyasi eylem yerine sivil itaatsizlik ve başkaldırı yöntemine başvuruldu. Kadının sorunları o yıllarda hiç kimse tarafından sahiplenilmedi. Benim için iki önemli olay İran’daki kadın hareketlerine bu ivmeyi kazandırdı: birincisi sivil direniş ve sivil itaatsizlik. Bu yaklaşık 40 yıldır devam ediyor. Bireysel şekilde STK’lar olmadan devam ediyor. Bu tüm kadınları kapsıyor ve gündelik hayatın problemlerine dokunuyor. İran’da feminist hareket diğer ülkelerden farklı olarak marjinalleşmeden ve kapsayıcı olarak devam etti. Bu durum tüm kadınların birleşmesinin önünde engel oluşturdu. Fakat İran’da “feminizm” kalıbının altında kalınmadı. Mesela kadının her sabah fırına giderken saçının gözükmesi anayasaya aykırı bir eylem. Fakat bunu o kadar çok kadın yapıyor ki, 6 yaşındaki kız çocuğundan 60 yaşındaki kadına kadar, hükümetin tüm kadınları tutuklaması söz konusu değil. Hükümetler özellikle medya ile hicabın kadınlar tarafından içselleştirilmesi için çok fazla paralar harcadı fakat başarısız oldular. Hatta hicab moda haline geldi. Sosyolojide çok güzel bir söz var bir şeyin içini boşaltmak istiyorsanız onu moda haline getirin diye. Bu durum hicabta da görülüyor. İdeolojiden modaya geçiş yaşandı.  Ahlak polisi ise bu durumun bir parçası oldu. Yaklaşık 20 yıldır her gün en az bir kadın olayı oluyordu. Belki Türkiye’de veya Batıda bu haberler görülmüyordu. 

İkincisi ise İslami feminizmin katkısı. İran’da iki kutup diyebileceğimiz özellikle yurtdışına giden radikal feministler ile geleneksel, daha dindar feministler arasında köprü kuruldu. İslami feministler, İslam’a inanan ve feminist bakış açısını buradan inşa eden kadınlardan oluştular. Kuran okumaları, Nisa suresinin incelenmesi, hadislerin ve Hz. Ali’nin sözlerinin tartışılması gibi kadının hakları ve dindeki yerini açıklamaya çalıştı. Mesela Hz. Ali’nin “kadın reyhandır, kahraman değildir.” Sözünü söyleme nedenleri ele alındı. Mesela bir hafta önce Sedighe Vasmaghi  dini liderimiz Hameni’ye mektup yazarak dini ve ictihadî olarak, fıkıh delilleriyle hicabın aslında hükümetin kendi keyfine göre anayasaya eklediği, dinen zorunlu olmadığını açıkladı. İslam şinas biri olarak bunun nedenlerini öne sürdü. Bu mektubu milyonlarca kişi okudu. Faeze Hashemî gibi bizim şu anda hapiste olan fakat kadın hareketi için çok kıymetli şeyler yapan milletvekillerimiz var. Yavaş yavaş toplumda soru işaretleri bırakarak benim neslime yol gösterdiler. Benim neslim devrimden bir yıl sonra dünyaya gelen ve devrimin okullarında başörtüsü ile okullara giden kadınlar var. Devletin İslam’ı içselleştirme çabalarına rağmen İslam’a feminizmin soruları ve yol göstermeleri ile farklılık kazandırdılar. 

İran’da bugün bir kadın saçını açıyorsa bunun arkasında sadece bir akım yok bir bilinç de var ve bu göz ardı edilmemeli. Bu bir modadan fazlası bu daha çok cesaret göstergesi. Çünkü ahlak polisinin  plastik mermileriyle gözünü kaybeden binlerce İranlı kadın var. İşte saçını gösteren, tüm bu bilince sahip ve cesur kişidir. İslam’da ve dinde Kur’an ayeti olarak “dinde hiçbir zorlama yoktur” gibi ayetleri İslamî feminizm ile ortaya çıktı.  Mahsa Amini olayı uzun yıllardır yaşananlarda son damla oldu.

A.Ç: Bir yazınızda Mahsa Amini’nin Kürt olmasının da önemli olduğunu vurguluyorsunuz. Kürt olmasının nasıl bir etkisi oldu? Mesela başka etnik gruptan olsa bir şeyler farklı olabilir miydi?

S.B: Aslında sadece etnik gruplara indirgeyemeyiz. Fakat hükümetin seçtiği kararlar çok panik ve yanlış kararlardı. Benim orda vurgulamak istediğim İran’da Kürtler daha iyi örgütleniyorlar daha hızlı örgütlenebilme kabiliyetine sahip ve hızlı reaksiyona geçebiliyorlar. Bana göre hükümetin bu kadar panik halinde kararlar vermesinde bu etkili oldu. Çünkü hükümet de olayların bu kadar büyüyeceğini ve hızlı yayılacağını düşünemedi. 

A.Ç: Mahsa Amini protestolarının bir lideri var mı? Bildiğim kadarıyla İran’da sosyal medya kısıtlı şekilde kullanılıyor. Peki, bu örgütlenmeyi nasıl sağlıyorlar? 

S.B: Hayır herhangi bir örgüt, STK ya da tek bir kişi lider olarak ortaya çıkmıyor. Bu bir sivil itaatsizlik ve başkaldırı eylemi. Kadın ve erkek yan yana yürüyor. İran’da instagram kullanımı serbest diğerleri twitter ve facebook yasak. Genelde örgütlenmeler kulaktan kulağa devam ediyor. Hükümetin baskılarına karşı herkes kendine düşeni yapmaya çalışıyor. Nesiller arası geçiş ve kolektif bir bilinç var. Devrim sonrası karizmatik güçlü bir insanın etrafında toplanma fikri topluma sıcak gelmiyor. Herkes kendi mücadelesini ahlak polisi ve baskılarla mücadelesini sürdürüyor. 

Diğer devrimlere baktığımız zaman hiçbir devrimde kadının öncü olmadığı ve yanda destekçi olduğunu görüyoruz. Fakat burada kadınlar liderlik yapıyor. Geçen gün bir duvar yazısı gördüm ve çok duygulandım: “saçların tıpkı bir silah gibi”. Bu olay dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Çok kapsamlıdır. Toplumun her kesimini kapsayan bir olay.

A.Ç: Protestoların hâlâ devam ettiğini biliyoruz. Fakat geçen haftalarda haberlerde güvenlik kameralarıyla kadınların takip edileceğini okudum. Belli ki kontrol mekanizmaları artırılacak.

S.B: Böyle şeyler konuşuluyor evet. Fakat kameralardan nasıl kontrol edebilirler bilmiyorum. Hicab hükümet için hayat memat meselesi ve saçını açmak hükümeti kalbinden vurmak anlamına geliyor. Bu sebeple elbette kontrol ve baskılar artırılacak. Fakat bana göre bu kamera sistemi başarısız bir yöntem olacak. Siyasi İslam tarafından kadına cezalarla korku yaratmaya çalışıyorlar. Fakat İran sosyolojisi ve toplumu bize gösteriyor ki İranlılar vazgeçmezler. 

Mesela benim okula gittiğim dönemde kadın kıyafeti çeşidi bu kadar çok değildi. Özellikle beden eğitimi dersleri sırasında ilk düğmemizi açmamıza bile izin verilmiyordu. Hatta ilkokul öğretmenim bu saçımın önünden çok az görünen küçük tüyleri anneme tıraş etmesini söylemişti. Bunu hiç unutmuyorum. O noktalardan buralara sivil itaatsizliğe devam ederek geldik. Bence olayların bu kadar devam etmesinin en önemli sebeplerinden birisi de ekonomik krizin olması. Ülkede ekonomi çok kötü olduğu için insanlar itiraz ve başkaldırı ile öfkelerini gösteriyorlar. 

A.Ç: Mesela Ahmedinejad dönemiyle karşılaştırdığınız zaman veya daha önceki hükümetlere baktığımız zaman günümüzle ne gibi farklılıklar var? 

S.B: Ahmedinejad dönemi İran’ın en baskıcı olduğu yıllardı. Özellikle sivil alanın en çok sıkıştırıldığı dönemlerdi. Savaştan sonra özellikle Rafsancani ile başlayan reformistlerin gelişi ile devrimin reforme edilebileceği ve referanduma götürülebileceğine dair düşünceler başladı. İdeolojik havayı azaltıp daha ılımlı bir hava yaratmayı amaçladılar. Bu gruplar halk tarafından hep yüksek oylar aldılar. Mesela Hatemi %70 oy aldı. Aslında İran halkı reformistlere hep oy verdiler ve değişimle ilgili umutları vardı. Fakat Reisi’den sonra bu umut iyice kayboldu. Şu anda reformistlere olan umut azaldığı için destekçiler de azaldı. Bu oluşumun ve iktidarın reforme edilebileceği umudu artık çok az kaldı.

A.Ç: İran’daki kadın hareketlerine yurtdışından nasıl destekler geliyor?

S.B: Hiçbir destek görmüyoruz. İlk günlerde Avrupa parlamentolarında kadın siyasetçiler saçlarını kestiler ki keşke kesmeselerdi. Çoğu destek hareketi şov yapmaya dönüştü. Ben en samimi desteğin Türkiye’den geldiğini düşünüyorum. Bizlere konuşma ve kendimizi açıklama fırsatı verdiler. Çok fazla yayın yaptılar, gazeteciler çok gündemde tuttular. Avrupa’daki durum çok komik. Mesela geçen aylarda İsviçre elçisi enerji anlaşması için Kum’a geldi. İsviçre en Batılı ve modern ülkelerin başında gelir. Elçi Kum şehrinde çarşaf giyerek poz verdi ve anlaşma yaptılar. İran’a geldiğini zaman bari siz başörtüsü takmayın. Daha ucuza doğalgaz almak için yapılıyor ve kadın hakları yok sayılıyor.  Bilmiyorum ama Paris’te sokağa Mahsa Amini yazmak ya da saç kesmek ne kadar etkili emin değilim? Dediğim gibi bu olayların ekonomik krizle ve ekonomik baskıyla da çok büyük bağlantısı var. 

A.Ç: Türkiye’deki kadın hareketlerini nasıl yorumluyorsunuz?

S.B: İlk olarak bize örnek olduğunu söyleyebilirim. Fakat toplumdaki tüm kadınları kapsayamaması noktasında eksikliği var. Biraz köşede sıkışmışlık var bence. İstanbul Sözleşmesi gibi her kesimi kapsayan bir şemsiyeye sahip çıkmada bile bu bütünlük sağlanamadı. Kapsayıcılığının daha geniş olmasını isterdim.

A.Ç: Mülkiye Dergisi için yazdığınız yazıda İran’daki kadın hareketlerine destek olmak istiyorsanız haklarınıza sahip çıkın ve savunun gibi bir cümlen geçiyor.

S.B: Bana İran’daki kadınlar için ne yapabiliriz sorusunu çok soruyorlar. Ben de onlara kendi haklarınıza sahip çıkın diyorum. Çünkü ben seni örnek alıyorum ve sen kendi hakkını güzel savunursan ben senden cesaret alırım. Bana göre Türkiye’deki kadın hareketi çok köklü ve bize örnek olup yol gösterme rolü var. Ortadoğu’da hiçbir ülkede bu durum yok. Türkiye’de yapılan akademik çalışmalar ve örgütlenmeler olağanüstü şeyler ve gerçekten tekrar ediyorum Ortadoğu’da başka bir ülkede benzeri yok. Türkiye kadın hareketlerinde liderliği üstlenebilir. Türkiye’nin aydınlattığı yolda bizler daha güvenli ilerleyebiliriz. 

Ayşe Gülsüm Çalık hakkında 20 makale
İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını Brunel University of London’da güvenlik alanında yazdığı tezle tamamladı. Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde Rusya’nın Arktika Dış Politikası başlıklı doktora tezini yazıyor.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın