
Rasmus Paludan adlı ırkçı politikacının Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim’i yakma eylemi başta Türkiye olmak üzere İslâm dünyasında ciddi bir tepki yarattı. Türkiye, yaşanan bu olay sonrasında İsveç Savunma Bakanı Pal Jonson’un 27 Ocak’ta gerçekleşmesi planlanan Ankara ziyaretini, “bir önemi kalmadı” diyerek iptal etti.
Danimarka’nın Stram Kurs (Hard Line) partisinin liderliğini de yürüten Paludan’ın Kur’an-ı Kerim’e yönelik ilk nefret eylemi değil. Paludan, 2020 yılında da böyle bir eyleme kalkışmış, 2019’da da Danimarka’da yaşayan Müslümanların ülkeden çıkarılması gerektiğine dair açıklamalarıyla gündeme gelmişti.
Öte yandan İsveç’te Türk Büyükelçiliği önünde son yapılan eylemin zamanlaması hem ülkedeki İslamofobi ve neo-Nazizm hem de İsveç’in olası NATO üyeliğine dair iç çatışmaları bağlamında ciddi bir analizi gerektiriyor.
Çünkü İsveç’te ne İslamofobi ne de neo-Nazi köklere sahip ırkçılık yeni ve yüzeysel bir olgu. Dahası, bu iki olgu İsveç siyasi elitlerinin politik enstrümanı, hatta onların kimliklerinin bir uzantısı, aynı zamanda da İsveç siyasal kültürünün göz ardı edilen ama her daim varlığını koruyan bir parçası.
Dolayısıyla Paludan’ın provokatif eyleminin çok boyutlu bir arka planı olduğunu söyleyebiliriz.
Çalışmamız bu eylemin analizini, aktörlerini ve birbiriyle bağlantılı olan yapısal nitelikleriyle üç başlık altında ele alıyor:
1. Paludan’ın politik kimliği ve ilişkileri
2. Paludan’ı da destekleyen aşırı sağ İsveç Demokratları (SD)
3. SD’yi de içine alan İsveç’teki Rus Nüfuzu
Bu üç olgu Türk Büyükelçiliği önündeki eylemin, her daim tekrar edilebilecek ve onu yeniden üretebilecek siyasal iklimin İsveç’in ayrılmaz bir parçası olduğunu gösteriyor.
Stram Kurs ve Rasmus Paludan
Irkçı ve İslamofobik bir avukat olan Paludan, Danimarka’da özellikle de Müslümanların yoğun yaşadığı bölgelerde protestolarda bulunan bir figür. Belirttiğimiz gibi, daha önce de son eylemine benzer provokasyonları denemiş bir isim.
Nisan 2019’da Afrikalıları “daha az zeki” olmakla itham etmekten mahkemece suçlu bulunmuş.
Aralık 2018’de yayınladığı bir videoda ise “Düşman İslâm ve Müslümanlardır. En iyisi de bu yeryüzünde tek bir Müslüman kalmamış olması. O zaman nihai hedefimize ulaşmış olurduk” şeklinde bir açıklaması var.
Bunun yanında İsveç hükümetinin böyle bir eylemi “ifade özgürlüğü” bağlamında değerlendirmesi çok da şaşırtıcı değil: İsveç’te, European Islamphobia Report 2021’e göre Müslümanları “İsveç toplumuna tehdit” olarak işaretleyen görüşler giderek artmakta. Bu “tehdit” söylemi öncelikle aşırı sağcı gruplar tarafından dile getirilirken raporun belirttiği gibi, “giderek artan sayıda devlet yetkilileri” tarafından da kullanılmakta.
Keza İsveçli araştırma grubu Acta Publica’nın 2022 İsveç seçimlerine dair hazırladığı raporda ülkenin önde gelen partilerinde yer alan 289 siyasinin ırkçı, hatta Nazizme varan görüşlere sahip olduğuna dikkat çekilmekte. Bu grubun yaklaşık %80’i de SD mensubu.
Dolayısıyla ırkçı görüşlere sahip olanların giderek arttığı bir siyaset sahnesinde Paludan’ın önünün açılması çok da sürpriz değil.
Gazeteci Gösta Hultén, Paludan’ın finans desteğinin (uçak bileti ücreti vb.) İsveç Demokratları (SD) tarafından sağlandığını iddia ediyor.
Hultén, bu aşırı sağ partinin desteğinin yanı sıra Paludan’ın partisinin de “kanıtlanabilir Rus bağlantıları” olduğunu öne sürüyor. Partinin son seçimlerinde yer alan isimlerin Russia Today’de çalıştığını belirten Hultén, Paludan’ın son eyleminin Rus nüfuzu altında gerçekleşme ihtimalini yüksek görüyor.
İsveçli haber sitesi ETC’nin hazırladığı içerik de Hultén’in ilk iddiasını destekliyor. Habere göre, Danimarkalı provokatörün uçak biletini ödeyen isim Chang Frink. Frink, İsveç Demokratları’nın yayın organlarında görev yapıyor.
Paludan’ın partisinin “Rus bağlantıları” kısmı ise bir diğer dikkat çekici nokta. Nitekim İsveç Güvenlik Servisi Başkanı Charlotte von Essen, İsveç’in NATO’ya dâhil olmasının tartışıldığı bu günlerde “İsveç’i hedef alan Rus espiyonaj faaliyetlerinin artacağını” vurguluyor.
Aslında İsveç’teki göçmen karşıtı ve İslamofobik eylemlerin arka planındaki “Rus desteği” haberleri yeni bir şey değil. Geçtiğimiz yıl içerisinde Paludan’ın benzer eylemlerine dair de “Moskova’nın İsveç’i karıştırmak istediği” şeklinde iddialar mevcut.
Bu durum eylemin zamanlaması nedeniyle Paludan, İsveç Demokratları ve İsveç’teki Rus nüfuzu şeklindeki üçgeni gündeme getiriyor. İlginç bir şekilde İsveç’teki aşırı sağcıların Rusya ile olan muhtemel ilişkileri konusuna geliyoruz.
İsveç Demokratları (SD)
İsveç’te yapılan son seçimlerde “her beş kişiden birinin oyunu alan” İsveç Demokratları, 73 milletvekili çıkararak İsveç siyasetinde kilit bir pozisyon elde etti.
Bu kilit konum o denli etkili ki İsveç Sosyal Demokratlarının tarihsel olarak karşı çıktıkları NATO’ya katılım konusundaki “U dönüşünü” SD’nin yükselişiyle açıklayan yorumlar söz konusu.
Bununla birlikte SD’nin neo-Nazi kökenleri konusunda da ciddi endişeler hâkim. NY Times’da yer alan 2022 Eylül tarihli makalede SD’nin sahip olduğu neo-Nazi kökenlerinin kuşkuya yer bırakmayacak denli açık olduğu belirtiliyor:
“Bir tarihçi ve eski parti üyesi Tony Gustaffson’a göre, İsveç Demokratları 1988’de neo-Nazi grup olan B.S.S.’nin (Keep Sweden Swedish) içinden doğdu. Hatta bu grubun kurucu babalardan bazıları Hitler’in Waffen SS’sinde bile görev yapmıştı”.
Makalenin dikkat çektiği bir diğer konu ise SD’nin lideri Jimmie Akesson’ın Şubat 2022’de bir TV programında “Vladimir Putin ile Joe Biden arasında bir tercih yapmayı reddediyorum” şeklindeki ifadesi. Bu durum partinin Rusya’ya karşı uzlaşmacı tavrının bir göstergesi olarak okunurken İsveç Parlamentosu, partinin ofisinde çalışan ve Rus istihbaratıyla bağlantısı olan bir gazeteci hakkında ciddi şekilde endişesini ortaya koymuştu. Parlamento, sonrasında gazetecinin akreditasyonunu iptal etti.
Nisan 2022’deki bir analizde de SD’nin “Rus bağlantılarını unutturmaya çalıştığına” dair yorum öne çıkıyor. Analiz, SD’nin gençlik teşkilatının o zamanki başkanı Gustav Kasselstrand’ın 2013’te “Stockholm’de Barack Obama’yı ağırlamaktansa Putin’i ağırlamayı tercih edeceğini” belirttiği tweetine de dikkat çekiyor.
Christer Mattsson ve Thomas Johansson’ın (2021) hazırladığı akademik çalışmada “göçmen karşıtı ve muhafazakâr, tipik olarak ‘İsveçlilere’ ait kültürel uygulamaları kutlamayı” öncelik olarak gören kültürel milliyetçi olarak tanımlanan İsveç Demokratları üzerindeki Rus nüfuzu bu anlamda göz önünde bulundurulmayı hak ediyor. Aşırı sağcı, neo-Nazi köklere sahip bir partiye nüfuz eden Rusya’nın İsveç’teki etkisi sadece SD ile sınırlı değil elbette.
İsveç’te, SD’yi de içine alan Rus Nüfuzu
Rusya’nın İsveç’in siyasi elitleriyle ilişkisi sadece SD ile sınırlı değil. Bir kere her şeyden önce İsveç, Rusya’nın “aktif önlemler” aldığı bir ülke.
Peki “aktif önlemler” ne demek?
Martin Kragh ve Sebastian Åsberg’in 2017 yılında yayımladığı bir çalışma Rusya’nın, Sovyet KGB’sinden miras kalan “aktif önlemleri” İsveç’te özellikle de İsveç-NATO diyaloğunu, bölgedeki NATO varlığını kesintiye uğratma hedefiyle uyguladığını öne sürüyor.
Yazarların aktardığına göre aktif önlemler, “kasıtlı dezenformasyona dayanır”. Dikkatlice oluşturulmuş yanlış mesajların, karar verici elitleri etkilemek ya da kamuoyuna müdahale etmek amacıyla iletişime yayılmasını ifade etmekte.
Dolayısıyla İsveç öncelikle, Rusya’nın “aktif önlemlerinin” hedefinde bir ülke.
Öte yandan İsveç’in askeri elitlerinin bir kısmının Moskova ile olan bağlantıları dikkat çekici. İsveç’te 2019 yılında hazırlanan “Swedish Iron Law of Oligarchy Swedish social networks and strategical positions in Russia, the transitional period of 1991-1994” adlı çalışmada İsveç elitlerinin oligarşik yapısını ve bu yapının Moskova ile ilişkilerine dikkat çekiliyor.
Çalışmada öne çıkan kurum İsveç Askeri Tercümanlık Okulu (Försvarets Tolkskola – TolkS). Çalışma, TolkS mezunlarının “gücü elinde tutan aktörlerden oluşan özel bir sosyal ağ oluşturarak etkili olmaya devam ettiklerini” ve “büyükelçiler ve diğer diplomatik pozisyonlar, iş adamları, politikacılar ve profesörler” gibi çeşitli konumlarla bu ağ içinde yer aldıklarına değiniyor.
Bunun yanında okulun önde gelen öğrencilerinin Moskova’daki İsveç Büyükelçiliği’nde çalışma imkânı buldukları ve böylelikle de hem İsveç hem de Rusya’da iktidar sahibi konumlar elde ettiklerini vurguluyor.
Başka bir deyişle, İsveç’in karar verici elitlerinin bir kısmı Moskova- Stockholm arasındaki bu trafikte oluşuyor.
Öyle ki bu elit grubun önde gelen isimlerinden Anders Åslunds’un İsveç’in refah seviyesinin yüksekliğinde sosyal demokratlardan ziyade “aşırı sağcı elitlerin” payı olduğuna dair vurgusu da bu noktada dikkat çekiyor.
Konu İsveç elitleri olduğunda yine aynı yere geliyor gibi duruyor: Aşırı sağcı bir elitizm ve onun Rus bağlantıları.
Bunun yanında İsveç’teki aşırı sağ gruplarla Rus aşırı sağcılar arasındaki bağlantı da göz önünde bulundurulmalı.
İsveç’in önde gelen aşırı sağ örgütü The Nordic Resistance Movement (NRM – Nordik Direniş Hareketi) “devrimci Nazizmi” benimseyen, ulus ötesi bir yapı olarak tanımlanıyor. NRM açıkça Nazi görüşe sahip ve “ulusal sosyalist dünya görüşü” olarak adlandırdığı fikri benimsiyor. Hitler’in Üçüncü Reich’ı istek uyandıran bir modeli temel alıyor. İdeolojisi, antisemitizm, biyolojik ırkçılık olarak da adlandırdıkları gericilik (“gelenekçilik”), eko-faşizm ve komplo inançlarına odaklanıyor.
Bu bağlamda referans gösterdiğimiz çalışma bazı NRM unsurlarının Rus Emperyal Hareketi (Russian Imperial Movement – RIM) içinde eğitim aldığına da değiniyor. NRM’nin Rus odaklı kopyası olan RIM, siyasi ortodoksluğu ve monarşiyi savunma iddiasında. 2008’de RIM, İsveçlilerin neo-Nazi Partisi ile Stockholm’deki XII. Karl’ı Anma Günü’ne katılmak üzere İsveç’i ziyaret etti. 2015 yılında da NRM’ye açıkça destek verdiği de iddialar arasında.
Bu noktaya kadar ele alınan veriler ışığında İsveç’in hem elitler hem de paramiliter düzeyde Rusya nüfuzuna açık bir ülke olduğunu söyleyebiliriz.
Bir Cevap Yazın