İttifak Siyaseti ve Altılı Masa

İttifak siyaseti ile koalisyon mantığını teoride ayırmak kolay olsa da siyasi partileri liderleriyle özdeş görme eğilimine sahip bir siyasal kültürde aradaki farka göre hareket etmek oldukça zordur.

Aslına bakarsanız Altılı Masa’nın yaptığı ve yapacakları da bu iki mantığın birbirine karıştığı uğraklarda bir anlam kazandı, kazanacak.

Son günlerde yaşanan gelişmeler Altılı Masa’nın bu uğraklarda “başarılı bir sınav” verdiğini söyletmiyor.

Koalisyonlar son kertede “siyasi parti” odaklı birlikteliklerdir. Koalisyon ortakları, seçim sonuçlarının zorlamasıyla bir araya gelirler. 70’li yılların Milliyetçi Cephe hükümetlerinde hangi bakanlığı, hangi partinin kontrol edeceğine dair tartışmalar koalisyonların, parti odaklı niteliğine örnektir.

Daha yakında 90’lı yıllar ise koalisyonların, Türk siyasal hafızasında oluşturduğu yaraların sızıları hâlâ taze. Neredeyse sekiz yılda sekiz farklı koalisyonun kurulduğu 90’lı yıllarda, siyasi parti liderlerinin kişisel pazarlıklarıyla ya da parlamento dışı muhalefetin çizdiği haritalarla oluşan koalisyonlar ya karar alamayacak kadar zayıf duruyordu ya da azınlıkta kalan hükümet profili çiziyordu.  

İttifaklar ise partiyi ikinci plana atmayı ve ittifakı ön plana çıkarmayı gerektirir. Nitekim ittifak, var olan bir uzlaşının ifadesi olmaktan ziyade uzlaşıya varma yönünde bir irade beyanıdır.

%50+1 ya da “İkinci tur” sistemi, partileri bu noktada bir kapasite sorunuyla karşı karşıya getirdiği için ittifakın doğal olarak ön planda olacağı söylenebilir.

Altılı Masa’nın iki büyük partisinin bu yöndeki gayretleri göz ardı edilemez bir olgu olsa da liderleri, ne partilerini ve bakış açılarını dizginleyebiliyor ne de diğer üyelerden gelen açıklamalar bu gayretlere yardımcı oluyor.

Partiler, seçim yaklaştıkça kendilerini ittifaktan daha önde görme eğiliminde hareket etmeye başlıyor. Bu da sözünü ettiğimiz siyasal kültürün bir etkisi.

Öyle ki uzlaşı yönünde bir irade beyanı olan ittifak girişiminden, salt iktidar karşıtlığından kaynaklı bir “zorlamanın” yol açtığı koalisyona kayılıyor, sıklıkla.

Bunun son örneği Altılı Masa üyelerinden DEVA Partisi’nden gelen “Türklük” ve vatandaşlık tanımı açıklamaları ile buna, İYİ Parti’den gelen “taahhütleri bizi ilgilendirmiyor” şeklindeki yanıt.

İmamoğlu kararı sonrası CHP ve İYİ Parti arasında geçen “liderlik” yarışının izleri daha silinmemişken gündeme gelen bu durum, partilerin “irade beyanlarında” bir zayıflamaya, Altılı Masa’yı “mecburi” bir koalisyona itiyor, böyle devam ederse itecek de.

Toplumsal algısı salt “Erdoğan karşıtlığı”na dönüşmüş bir yapının ittifak ve koalisyon mantığını ayırt etme hususunda ne kadar hassas olduğu tartışma konusu olsa da ittifakın ritmi, zevahiri kurtarmanın bile kolay olmayacağı noktaya ilerliyor.

Çünkü ittifak mantığı, salt “karşıt” olmanın bir arada hareket etmeye zorladığı ortaklıktan öte, yukarıda da değindiğim gibi ortaklığı kuracak pragmatik adımları talep eder. Partiler, mümkün olduğunca kendi varlıklarını ittifak içinde eritir.

Bana kalırsa bu pragmatik adımlar bağlamında HDP ile diyalog kurulamaması da Altılı Masa açısından ayrı bir sorundu. Bu partiyi “önemsiz” görme çabası seçim yaklaştıkça onu daha da “önemli” kılacak. Çünkü onun herhangi bir ittifaka, bu yazı bağlamında Altılı Masa’ya eklemlenememesi seçim zamanı yaklaştıkça, sahip olduğu oy potansiyelini bir şekilde daha yaşamsal kılacak.

Tüm bunların ötesinde Altılı Masa üyelerinin, seçim sisteminin getirdiği kapasite sorununu giderek göz ardı etmesi muhtemel: Bunun anlamı giderek bireyselleşen partiler ve söylemlerle karşılaşacağız gibi duruyor.

Oysa, “hassas” konularda “hassasiyette” uzlaşılarak bu nokta aşılabilirdi.

İçinde bulunduğumuz konjonktürde toplumun enflasyondan şikâyeti karşısında “vatandaşlık” tanımını ya da farklı “hassas” konuları tartışmaya açan Altılı Masa yaklaşımı, kendi şansına karşı savaşır.

Kendi şansına karşı savaştıkça ittifak, “koalisyon”laşır. Ortaklığın kurulumuna dair irade beyanlarından ziyade zorunlu ortaklığa dönüşür.

Cumhur İttifakı, bu sorunları uzun zamandır aşmış durumda. Bu kapasitesi, onun oyun kurucu olma rolünü kuvvetlendiriyor. Daha da ötesi, ittifaka yeni aktörler eklemleme kapasitesini de saklı tutuyor.

Seçime giderken en önemli etken bu olacak. %50+1’i en pragmatik şekilde oynayabilen kazanacak.

Peki bir “koalisyon”, yani ittifaktan ziyade zorunlu birlikteliğe evrilmiş bir Altılı Masa seçimi kazanabilir mi?

Kazansa da tıpkı ittifakın dönüştüğü zorunlu ortaklıktaki savrulmada görüldüğü üzere, rakibinin hatalarının izniyle mümkün olacak gibi duruyor.

Dr. Adem Yılmaz hakkında 56 makale
Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi programında tamamlamıştır. Çalışma alanlarını Siyasal Kuram, Siyaset Sosyolojisi, Felsefe ve Türk Siyasal Hayatı oluşturmaktadır.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın