
Milletvekili listelerinin de belirlenmesiyle Altılı Masa ve Millet İttifakı’nın ortak Cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun stratejisi artık reel siyasette tezahür etmeye başladı. Başka bir ifadeyle, Kılıçdaroğlu’na ait modus operandi olarak tanımlayabileceğimiz bir siyaset usulü artık netleşmiş durumda. Bu modus operandi üç temel ayak üzerine şekilleniyor. Kılıçdaroğlu’nun seçime kalan 1 aylık süreçte kullanacağı bu modus operandi – aynı zamanda muhalefet liderinin Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağı bir senaryoda yönetme modeline de işaret ediyor.
Kılıçdaroğlu tarz-ı siyasetin birinci unsuru Altılı Masa içerisinde AK Parti’nin eski bileşenlerinden oluşan DEVA ve Gelecek partilerine doğal bir yatkınlık beslemek. CHP listelerinden tam 76 aday ittifakın İYİ Parti dışındaki dört partisinden seçilmiş durumda. Bu 76 adayın da 43 tanesi DEVA ve Gelecek partilerinin adayları. Siyaset kulislerinde uzun süre konuşulan ve esasında reel olarak da Altılı Masa’nın kararlarına sirayet eden “ittifak içerisinde ittifak” sözünün burada vücut bulduğunun değerlendirmesi yapılabilir. Basit bir seçmen aritmetiği ve milletvekili hesabı esasında Altılı Masa’nın sadece iki partisi – CHP ve İYİ’nin – yönetimde pay almaya gerçekten talip olduğunu gösteriyor. İttifakın diğer bileşenlerinin gerçek bir siyasi zümresi olmasa da bu kesimler ittifak içerisindeki güç dengeleri açısından oldukça ehemmiyet arz eden partiler olarak karşımıza çıkıyor.
Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti lideri Meral Akşener ile mükemmel bir uyum içerisinde siyaset yapmadığı zaten topluma yansımış durumda. Altılı Masa’nın geçtiğimiz ay yaşadığı aday krizi ve bunu takip eden süreçte İYİ Parti’nin çekincelerinden vazgeçerek sessiz bir şekilde Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı bu uyumsuzluğun şu ana kadar yarattığı en belirgin sonuç. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu açık bir şekilde ittifak içerisinde İYİ Parti’nin nüfuzunu ve diğer partilere oranla daha kapsamlı olan doğal kamuoyunu kontrol etmek istiyor. Kılıçdaroğlu’nun siyasi sosyolojisi sebebiyle kimi alanlarda doğal bir zıtlık içerisinde olduğu İYİ Parti bu açıdan tahammül edilmesi gereken güçlü bir rakip-müttefik olarak kodlanmış durumda. Bu dâhilde İYİ Parti ve CHP’de en azından parti elitleri düzeyinde doğal bir yakınlık olmadığı ve son derece kırılgan bir zeminde kurulan bir ittifakın hâlen devam ettiği belirtilebilir. Altılı Masa adlı siyasi formasyonun ve TBMM’de Millet İttifakı altında temsil edilecek siyasi partilerin ise iki asli unsurunun CHP ve İYİ Parti olduğunu düşünürsek bu durum, gelecekteki senaryolar açısından adına önemli risklere işaret ediyor.
Kılıçdaroğlu tarz-ı siyasette bir diğer gözlemlenebilecek husus şu sıralar ABD ve Avrupa literatüründe de sıkça duymaya alıştığımız “nativist” yani “yerelci” rasyonalite. Sosyal-demokrat olma iddiasındaki bir partinin genel başkanının her ne kadar ekseriyetle sağ-popülist oluşumlar içerisinde yeşeren yerelci düşüncelerle hareket etmesi anormal gözükse de bu, Türkiye’de siyasi yelpazenin münhasır dizilimi açısından aslında o kadar da şaşırtıcı bir pozisyon değil. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Avrupa Birliği ile yapılan Geri Kabul Mekanizmasına muhalefeti, İsrail’in bölgesel pozisyonuna karşı takındığı şüpheci pozisyon ve son olarak İran gibi uluslararası statükoyu reddeden bir bölgesel güçle ilişkileri geliştirme vaadi modus operandisinin bu ayağının dış politika unsurlarını oluşturuyor.
Zaten Kılıçdaroğlu geçtiğimiz hafta Euronews’un bir Twitter paylaşımını alıntılayarak “Turkey First” diye bir yorum yapmıştı. Sabık ABD Başkanı Donald Trump’ın “America First” sloganından esinlenen bu paylaşım Kılıçdaroğlu’nun, küreselde yükselen yerelci trendin Türkiye’deki önemli bir tezahürü olduğunu gösteriyor. Nitekim kendisi Altılı Masa’nın ortak adayı ilan edildikten sonra Türkiye-Suriye sınırını ziyaret ederek bir kez daha Suriyeli göçmenlerin ülkelerine dönmelerine gerektiği dair beyanlarda bulunmuştu. Bu dâhilde, Kılıçdaroğlu’nun olası seçim zaferinde Batı ve uluslararası statükoyla krizler oldukça yüksek bir ihtimal olarak üzerinde durulmalı. Her ne kadar bazı Avrupa ve Türkiye menşeili basın organları olası bir muhalefet zaferini Batı ile ilişkilerde yeni bir sayfa olarak nitelemek istese de Kılıçdaroğlu’nun bu noktadaki ideolojik berraklığı böyle bir açılımın çok da mümkün olmadığını gösteriyor.
Kılıçdaroğlu tarz-ı siyasetin son ayağını tahlil etmek için esasında gene ABD literatüründen bir terimi ödünç almak istiyorum: “Catch-All”. Kılıçdaroğlu önderliğindeki muhalefet Catch-All tarzı siyasetle – yani geniş bir tabana yaymaya çalıştıkları siyasi programlarıyla – toplumun olabildiğince büyük bir kesimine hitap etmek istiyor. Bu siyasi dürtü, rakipleri Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğundan gayet doğal. Cumhurbaşkanlığı sistemindeki siyaseti çoğunlukçu yöne çeken düzenlemelerden ötürü de zaruri. Bu dâhilde ittifak içerisinde bilhassa İYİ Parti’nin çekincelerine rağmen HDP ve Kürt seçmenle yapılan zımnî ittifak oldukça tabii. Bu stratejinin Kılıçdaroğlu açısından önemi bu catch-all/kitle siyasetini kendi siyasi kişiliğine eşleme iddiası. Bu yüzden Kılıçdaroğlu Erdoğan’a muhalif olan diğer adayları – Muharrem İnce gibi – bir şekilde Altılı Masa formasyonunun içerisine dâhil etmek istiyor. Kılıçdaroğlu’nun rasyosunda Erdoğan’a tek alternatifi kendisi oluşturduğu için, diğer bütün potansiyel adaylar meşru değil. Catch-all stratejisinin bir diğer önemli sonucu da hem Altılı Masa’yı hem de Millet İttifakı’nı Kılıçdaroğlu’nun kendi dizaynları doğrultusunda araçsallaştırmış, ve şahsi meşruiyetini temellendirmek için kullanmış olması.
CHP Genel Başkanı esasında oldukça hesaplanmış bir siyasi rotayı benimsemiş durumda. Saydığım bu üç başlığın ise hem seçim sürecine giden birkaç haftada hem de seçim sonrasında – olası bir zafer veya mağlubiyet durumunda – belirleyici olacağını düşünüyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olma serüveniyle beraber de onun siyasi kimliğine atfedebileceğimiz bir modus operandi oluşmuş durumda.
Bir Cevap Yazın