Millet Hezeyan Sevmiyor: CHP’nin Seçimi

Friedrich Nietzsche’nin “aklın asıl rezilliği” olarak tanımladığı bir yanılgıya dikkat çekmek gerekiyor. Özellikle de “sonuçlar üzerine” hemen herkesin kendi nedeniyle konuştuğu bir seçim sonrası dönemde. Nietzsche’ye göre aklın asıl rezilliği nedenler ile sonuçları karıştırma yanılgısıdır.

Örneğin, bir insan hasta olduğu için kötü olmamıştır; aksine kendine kötü baktığı için hasta olmuştur.

Benzer bir nüans Martin Heidegger’de de vardır: Felâket her zaman eylemden önce gelir.

Misal, asıl felâket bir depremin gerçekleşmesi ve yıkılan yapılar, kaybedilenler canlar değildir. Asıl felâket bir depremde yıkılabilecek binaları yapılabilmesinde ve bunu mümkün kılan insan kalitesindedir.

Biraz daha popüler jargonla ifade edecek olursak Türkiye’nin entelektüel ve arabesk sermayesi en yüksek dizisi olan Gibi’den Yılmaz’ın dediği gibi “sonuçlar üzerine herkes konuşur”, oysa niteliğin asıl olarak açığa çıktığı uğrak bizatihi sürecin kendisidir.

Bu durumu şu şekilde de ifade edebiliriz: Asıl değerlendirme sürecin içinde, o esnada olmalıdır. Sonuçlar bu bağlamda birer olgu olarak felâket kodlanabilir fakat asıl felâket sürece müdahale etmenin engellenmesi ya da bu engellemenin olağan bir işleyiş hâlini almasıdır.

CHP’nin mevcut yönetimi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığını mümkün kılan süreç ile seçim başarısızlığı da bu bağlamda ele alınmalıdır.

Nitekim CHP ve Altılı Masa, Kılıçdaroğlu’nu aday gösterdiği için başarısız olmadı; asıl sorun Kılıçdaroğlu’nu 13 senedir CHP genel başkanı kılan ve Altılı Masa’nın ortak adayına dönüştüren süreçlerin bizatihi kendisiydi.

Keza Altılı Masa’ya dair raporumuzda da görüleceği üzere 2 Mart krizi bir “felâket” değildi; asıl felâket CHP’nin mevcut yönetiminin İYİ Parti’yle, söylemlerinin aksine asimetrik bir ilişki kurması ve bunda ısrar etmesiydi. Örneğin adaylık hususunda denk pozisyonlardan gelen açıklamalar İYİ Parti’de istifa ile sonuçlanırken CHP’de buna dair ufak tefek açıklamalar dışında bir tekzip bile söz konusu olmuyordu.

Aynı şekilde 2 Mart krizi de bu bağlamda ele alınabilir. Asıl sorun, BTP’nin olası katılımında bile talep edilen oy birliğinin Cumhurbaşkanı adayı söz konusu olduğunda terk edilmesi ve CHP’nin, yaklaşık kırk milletvekili verdiği dört partiyle anlaşarak Akşener’e “gerekirse beş parti imzalarız” diyebilmesiydi.

“Herkesi yakala” partisi olma misyonu, somut düzeyde milletvekili pazarlığından ibaret hâle gelmişti.

“Felâket” bu bakımdan, geçiştirilen ya da üzerinde durulmak istenmeyen küçük krizlerle kendini gösterse de her seferinde “yarını, dün sanan” bir anlayışla muazzam bir körlükle karşılanıyordu.

Aynı durum, Kılıçdaroğlu’nun 13 senelik CHP genel başkanlığını “partiyi merkeze çekme”, “partiyi ulusalcılardan temizleme” gibi söylemlerle meşrulaştırmakta da mevcut. Keza CHP’nin bu meşrulaştırmalarla nereye varacağı ya da sadece bu yaklaşımların partiyi siyasal başarıya ulaştırmakta yeterli olup olmayacağı her başarısızlık sonrasında, sağır kalınan sorular oldu.

14 Mayıs öncesinde başta CHP’nin mevcut yönetimi olmak üzere muhalif kamuoyu, sürecin kendisi içindeki eleştirileri en kibar tabirle “şimdi zamanı değil” diyerek duymak istemiyor; eleştirileri “demokrasi karşıtlığı” ile bir tutacak düzeyde, üst perdeden damgalıyordu. Böylelikle, sürecin kendisi statik hâle getirilirken yaratılan ve “aramızda kalsın, kazanıyoruz”da ifadesini bulan ideolojik fantazide dokunulmaz hâle getiriliyordu.

Gerçeklerle bağ koparken insanlar, ekseriyetle de Kılıçdaroğlu’na oy vermekte tereddüt edenler ya da onun adaylığını eleştirenler “gerçekleri anlamamakla” itham ediliyordu.

Sürecin nasıl bir felâket olduğu, ikinci tur öncesindeki strateji değişikliğiyle ortaya çıkmıştı ve bunun sembolik ifadesi de şuydu: “Bu bir seçim değil, referandum”.

Sorgulanamaz kılınan ve tek çözüm olarak sunulan Kılıçdaroğlu adaylığı, kendisini sahneden çekerek odak noktasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onaylanıp onaylanmayacağı bir referandum söylemiyle ikinci plana itildi.

Bu strateji, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile bu adaylığı mümkün kılan “Erdoğan, bu kez kaybetti” varsayımın bir tür ideolojik fanteziye dönüşmesiyle birlikte zorunlu bir tercihti. “Seçim değil, referandum” söylemi de bu tercihin ifadesidir; Millet İttifakı CB adayı bununla, kendi varlığını ya da yapabileceklerini bir kenara bırakarak tümüyle Erdoğan üzerinden seçimi şekillendirdi.

Bu esnada “değişim gerçekleşmezse”, yani Kılıçdaroğlu seçilmezse neler yaşanacağına dair korku senaryoları da seçmenlerin üzerine boca edildi. Bu stratejik çerçevede “bana mecbursunuz” kibri de hissediliyordu.

Oysa bu strateji bir bütün olarak, 14 Mayıs öncesi gerçekleşen her adımın, aslında nasıl problematik olduğunu gözler önüne seriyordu.

Bu noktada 18 Kasım 2022 tarihli analizimizden bir kesit sunabiliriz:

Keza Altılı Masa tarafından ısrarla göz ardı edilen hayat pahalılığı olgusuyla tek seçenek olarak muhalefetin zaferinin kaldığı yanılgısıdır. Bu yanılgı, potansiyel seçmenlerin karşısında ‘bize mecbursunuz!’ kibrine dönüşebilir. Yanılgının diğer yüzü de Altılı Masa açısından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oyun kurucu olma kapasitesinin ve kitlelerle doğrudan ilişki kurma becerisinin göz önünde bulundurulmamasıdır”.

Muhalefetin seçim sürecine hâkim olan, ikinci tur öncesi de ayyuka çıkan ve “seçim değil, referandum” söyleminde somutlaşan ruh hâli tam olarak buydu: “Bize mecbursunuz!”.

Belirttiğimiz üzere, felâket aslında her daim sonuçtan önce gerçekleşir.

Felâket, muhalefet açısından sonuçların hayal kırıklığı yaratması değil; özellikle ikinci tur öncesinde CHP başta olmak üzere muhalefet bloğunun seçimi, kazanılmaması hâlinde derin bir duygusal kırılmaya ve yer yer yoğun bir öfkeye yol açacak atmosferle kamuoyuna sunmasıydı.

Kılıçdaroğlu profilinin, yurtdışındaki analizlerde de işaret edilen karizmatik liderlik yoksunluğu bu ideolojik fantezi ve ona eşlik eden mahalle baskısıyla telafi edilmek istendi.

Bu kez 18 Kasım tarihli yazımızın bitiş paragrafına dönelim:

2023 seçimleri yenilenin, yolda kapıldığı zaferden emin olma hâlinin belirleyici olacağı bir seçimdir. Bu noktada Ortega ile Gibi’yi birlikte hatırlamakta fayda var: Yol imkânlarla dolu, ‘mükâfatı’ sunabilecek imkânlar bunlar, fakat bunlar aynı zamanda, sadece ‘yolun sonuyla’ meşgul olunduğunda görülemeyecek imkânlar da. Yolun sonuna ya da yolda yaşananlara dair jenerik söylemler ise olsa olsa bıktırıcı bir nitelik taşımaktadır”.

Yeni dönemle birlikte çeyrek asrı aşacak AK Parti yönetimi, aynı zamanda çeyrek asırlık bir muhalefet başarısızlığı ve yetersizliği anlamına geliyor.

Asıl felâket bu bakımdan başarısız sonuçlar değil, aksine bu sonuçları yeniden ve yeniden üreten bir oligarşik yapının ve oligarşik zihniyet dünyasının istikrarıdır.

CHP’nin mevcut yönetimi, seçim sürecinin başından itibaren “sonuçtan emin” olduğu için “yolun” kendisiyle ilgilenmeyi ikinci plana attı. Sürecin kendisini yenilemesine izin vermedi, çünkü “zaferden” emindi.

Geldiğimiz noktada ise bütün bunlar olmamış gibi davranmayı tercih ediyor görünüyorlar.

Bu durumda felâketi, seçim sonuçlarında aramaya gerek var mı?

Dr. Adem Yılmaz hakkında 56 makale
Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi programında tamamlamıştır. Çalışma alanlarını Siyasal Kuram, Siyaset Sosyolojisi, Felsefe ve Türk Siyasal Hayatı oluşturmaktadır.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın