
Son analizimizde İYİ Parti ve CHP’nin aksiyolojik bir kriz içinde olduğunu belirtmiş, seçim sonrasında dağılan siyasal psikolojilerini yeniden kurgulamanın bu aksiyolojik krizle baş etme biçimlerine bağlı olduğuna vurgu yapmıştık.
Geçen sürede İYİ Parti üçüncü olağan kongresini düzenlerken CHP ise seçimin travmasıyla yüzleşmekten kaçınmayı sürdürüyor. İkincisinin en önemli göstergesi yerel seçimlere yönelik analizlerde gün yüzüne çıkmaya başladı.
Okuyacağınız bu analizde muhalefetin siyasal psikolojisinin tahlilini sürdürmekle birlikte bu olgular çerçevesinde Erdoğan karşıtlığını ana eksen olarak belirlemenin muhalefeti yeni başarısızlıklara sürükleyeceğine işaret edeceğiz.
Keza Erdoğan karşıtlığı muhalefet açısından salt siyaset yapma biçimine dönüşen bir unsur değil, aynı zamanda çıkışı olmayan ve onun yerinde saymasına yol açan zihinsel bir durgunluk hâlini almış görünüyor.
İYİ Parti Kongresi’nin Söyledikleri
24 Haziran’da düzenlenen üçüncü olağan kongresinde Meral Akşener, İYİ Parti’yi kişisel ihtirasların ötesinde bir siyasetin imkânı olarak tanımladı.
Millet İttifakı’nın ağır yenilgisiyle sonlanan ve siyasal psikolojisini yerle bir eden bir seçim sonrasında İYİ Parti’nin bir karar aşamasında olduğuna vurgu yapmıştık.
Akşener’in ortaya koyduğu tanım bu anlamda bir güzergâhı işaret ediyor: Bu imkân İYİ Parti için ittifak siyasetinin ikinci plana itildiğinin bir göstergesi.
Bu göstergeyi net bir şekilde ortaya koyan ifade ise şöyleydi:
“İYİ Parti, sadece iktidar değil muhalefetin bir bölümü, muhalefetin tırnak içi kanaat önderleri, tanzim edicileri tarafından da tehdit, tehlike görülen bir siyasi partidir”.
Bu noktada bir parantez açıp 2014 yılında vizyona giren ve başrolünde Denzel Washington’ın yer aldığı The Equalizer’dan bir alıntı yapabiliriz: “Ben tehdidim, sonuçları değiştiririm”.
Bu alıntı Türkiye’de muhalif kanadın eksikliğini hissettiği en önemli hususa işaret ediyor: Sonuçları değiştirmek.
İkinci olarak da sonuçları değiştirme kapasitesini muhafaza edememek. Türkçesiyle başarıyı kaldıramamak. Keza CHP ve İYİ Parti’den mütevellit ittifakın, Ekrem İmamoğlu’nun politik karakterinin de etkisiyle İstanbul’u kazanmanın altından kalkamadığı seçim sonuçları nezdinde ve CHP içindeki “sürdürülebilir kaos” ile kanıtlandı.
Dolayısıyla İYİ Parti özelinde ortaya çıkan olgu şu: Muhalif siyasal partiler kendi öznelliklerini korumak istiyorlarsa ittifakları, özellikle de Erdoğan karşıtlığından ibaret olan ve bu karşıtlığı makyajlamak için demokrasi söylemini sahiplenen tepkisel birliktelikleri siyaset yapma biçimlerinin öncelikli unsuru olmaktan çıkarmalı.
Fakat ilginç olan şu ki özellikle CHP, kaybettirdiği açık stratejiyi yerel seçimlerde de sürdürme niyetinde. Gerçi yaşadığı aksiyolojik krizi aşacak bir lider üretemediği ve niteliksel bir değişim gerçekleştiremediği için elinde başka bir alternatifi de yok.
Muhalefetin içinden çıkması gereken ataletin çözümü ise daha da dibe vurmak olacak. Elindeki belediyeleri de yitirmesine yol açabilecek bir parçalanmışlık muhalefetin yeni bir ivme kazanması için elzem görünüyor.
Nitekim İYİ Parti liderinin kullandığı “İYİ Parti ben olayım da Türkiye ne olursa olsun diyen mandacı ruhluların değil, mandacılığa karşı duranların partisidir” şeklindeki yorumu Altılı Masa krizi sonrası “dayatmaya boyun eğmeyeceğiz” dediği sert konuşmayı anımsatıyor.
İYİ Parti’yi öznellik krizine sürükleyecek sürece bir tepki olan 3 Mart konuşması sonrasındaki geri dönüş partinin tüzel kişiliğine, rekabetçi yanına büyük zarar vermekle kalmadı; aynı zamanda, muhalefetin kırılganlığını da gözler önüne sermişti.
Gerek Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi giderek atalete hapseden ısrarı gerekse Akşener’in 3 Mart’ı anımsatan çıkışı yerel seçimlerde olası bir ittifakın ikinci plana atıldığını gösteriyor. Bizce atılmalı da.
Muhalefetin Erdoğan karşıtlığının ördüğü siyasetsizlikten çıkışı ancak ve ancak her bir siyasi partinin kendi dinamiğine kapılıp kendi kapasitesiyle yüzleşmesiyle mümkün.
Muhalefetin Organik Entelektüelleri
Seçim sonrasında özellikle İYİ Parti’nin tutumunu olumlayan ya da onun uğradığı haksızlığı estetize ederek gündeme getiren bir entelektüel piyasa oluştu. Aynı entelektüel piyasanın CHP kanadı ise Kılıçdaroğlu’nu “gemisini sağ salim limana ulaştıran kaptan” kılma peşinde.
Türkiye’nin iki muhalif partisinin siyaset üretme kapasitesindeki sorunlar birtakım estetik müdahalelerle ikinci plana atılıyor algısı bu bakımdan gittikçe güçleniyor.
Seçmen nezdinde de bu algı teorik düzeyde olmasa da olgu düzeyinde duyulup görülüyor. Tıpkı demokrasi söylevleriyle güzellemeye uğratılan Altılı Masa’nın yapısal kırılganlıklarını, siyaset yapma biçimini net bir şekilde gördüğü gibi.
Organik entelektüeller bu algıyı partilerin aldıkları konuma göre eğip bükme peşindedir. Tarihsel süreçte olduğu gibi belirli bir toplumsal sınıf yerine siyasal partilerin ihtiyaçlarına göre uzmanlıklarını pratiğe döken organik entelektüeller, muhalefetin özeleştiri kapasitesini zayıflatan en önemli unsur hâline geliyor.
Örnek vermek gerekirse seçim öncesi Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce’yi “seçim kazanılmazsa sokakta yürüyemez” şeklinde bir ithamla karşı karşıya bırakan muhalif organik entelektüel, seçim sonrasında CHP’nin politikasızlığına çare olarak büyükşehirlerde, özellikle İstanbul’da tek aday çıkarılamazsa CHP dışında sorumlular bulmaya başlayabiliyor.
Aynı şekilde seçim öncesinde göz önündeki tüm kırılganlıklara ve yapısal sorunlara rağmen “muhalefetin, kendisine rağmen kazanacağını” söyleyen analizler de organik entelektüellerin ürünüydü. Kabul edelim, böylesi analizler muhalif seçmenin kapıldığı travmanın da nedeni.
Öte yandan bu yaklaşım muhalefetin yerinde saymasından, onun zihinsel durgunluğuna meşruiyet sağlamaktan fazlasına yaramıyor.
Erdoğan Karşıtlığının Yarattığı Siyasal Konfor
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasal liderliği rakiplerini karakterize edecek bir kudrete sahip. CHP’de Kılıçdaroğlu’na yönelik tepkinin simge ismi İmamoğlu’nda “kendi Erdoğan’ını” arayan muhalif coşkuyu bu doğrultuda anlamlandırmak gerekiyor. Aynı şekilde Aralık 2022’deki yargı kararı da İmamoğlu’na Erdoğan benzeri bir yazgı atfeden bir analiz coşkusu yaratmıştı.
Bakarsanız, yaşanan aksiyolojik krizin görünümlerinden biridir bu.
Fakat muhalefetin siyasal kapasitesi, bu coşkudan anlaşılacağı üzere, rakibinin metotlarına hapsolmaktan fazlasını ortaya koyamadı.
Erdoğan’ın siyasal kapasitesinin muhalefetin zihin dünyasında yarattığı siyasal sıkışmışlık onları Erdoğan’a karşı olmaktan öteye gidemeyen bir tahayyüle hapsetti.
Tek hedefi Erdoğan’ı geride bırakmak olan bir siyasal projeksiyon, her türlü politik yaklaşımı, ideolojik perspektifi araçsallaştırır. Böylelikle de önü alınamaz bir tutarsızlıklar silsilesine kapılır.
İkinci tur öncesinde CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu strateji, aslında stratejisizlik de bunun sonucudur. Öyle ki bu konforun neticesinde CHP açısından ikinci tur, “seçim değil, referandum” söylemiyle bir kıyamet tahayyülüne dönüşünce stratejisizlik iyiden iyiye gün yüzüne çıktı.
Bu anlamda Türkiye’nin politika üreten, kendini yenileyen ve sonuçları değiştirecek, iktidarlar için “tehdit” olabilecek bir muhalefete sahip olması için tüm aktörlerini yerinde duramaz hâle getirecek bir çöküş riskinin yerel seçimler öncesinde İYİ Parti ve CHP tarafından alınması gerekiyor.
Bir Cevap Yazın