
Kurulduğu tarihten itibaren değişen konjonktüre adapte olma başarısıyla dünyanın en önemli askeri ittifakı olan NATO, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un 2019’da “ NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” varsayımının tersine Rusya’nın Ukrayna askeri operasyonuyla, üyeler arası bazı görüş ayrılıklarına rağmen, yeniden canlanma dönemine girmiş görünmektedir. Diğer taraftan 27 Kasım 2022 tarihli New York Times gazetesinde “Ukrayna’yı silahlandırmak NATO silah stoklarını tüketiyor” başlıklı yazıda Ukrayna’da neredeyse NATO üyesi tüm savunma bakanlıklarının bir daha tekrar etmeyeceğini düşündüğü kara savaşının silah stoklarını, ittifaka üye 30 ülkeden 20’sinde, neredeyse tamamen tükettiği ve artık Ukrayna’ya silah tedarik edemeyecekleri belirtilmiştir. Bu durum NATO’nun yeni dönüşüm için hazır olup olmadığı ve özellikle Avrupalı müttefiklerin yük paylaşımında ne kadar çaba harcadıkları sorularını tekrar gündeme getirmiştir.
2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik Konsepti İle Çin’in Çevrelenmesi
Madrid Zirvesi sonucunda yayımlanan NATO strateji belgesinde beklendiği gibi Rusya tehdit olarak tanımlandı ve Çin ilk kez belgede yer aldı. Belgeyle ilgili ortak kanaat ise “değişen ABD stratejisinin doğrudan yansıması” olduğu yönünde olmuştur. Çünkü ABD’nin Rusya’yı bölgesel tehdit, Çin’i ise küresel rakip olarak gördüğü artık herkes tarafından kabul ediliyor. ABD resmî belgelerinde Çin “sistemik rakip” ve “küresel meydan okuyucu” olarak ele alınıyor ve aynı dil NATO strateji belgesinde de kullanılıyor. Son on yıldır ABD’nin bütün stratejisi Çin’in yükselişini önlemek ve eğer bu mümkün olmazsa çevreleme stratejisi üzerine kurulu. Rusya ise Çin ile girişilecek bir mücadele öncesi kontrol altına alınması gereken bölgesel güç şeklinde kendine yer buluyor. Diğer taraftan Çin’in NATO belgesinde doğrudan tehdit olarak geçmemesinin ilk nedeni henüz askeri güç kullanmamasıdır. Fakat bu durum ileride kullanmayacağı anlamına da gelmiyor. Özellikle Tayvan konusunda er ya da geç Çin’in bir askeri girişimde bulunacağı öngörülmektedir. İkincisi, NATO belgesine de yansıdığı şekliyle ABD ve NATO hâlâ Çin ile bir orta yol arayışında, özellikle Ukrayna savaşı devam ederken, diplomasiye kapıyı tam olarak kapatmak istemiyorlar.
2010 ve 2022 Strateji belgelerini karşılaştırdığımız zaman; (1) 2010’da stratejik işbirliği ortağı olarak tanımlanan Rusya tekrar NATO’nun ana tehdit kaynaklarından birisi olmuştur. (2) 2010 belgesinde barış içinde olduğu ifade edilen Avro-Atlantik bölgesinin günümüzde Rusya’nın saldırganlığı sebebiyle barış ortamını kaybettiği, buradan hareketle ittifak üyesi bir ülkenin gelecekte bir saldırıya hedef olma ihtimalinin göz ardı edilemeyeceği belirtiliyor. (3) 2010 stratejik konseptinde Çin’den hiç bahsedilmemişken 2022’de Çin’in deniz, uzay ve siber alanları da dâhil olmak üzere kurallara dayalı uluslararası düzeni “yıkmak” için çabaladığı ifade ediliyor. 2010’da Lizbon’da yayınlandığında örneğin Rusya işbirliği yapılacak partner olarak tanımlanıyordu ve Çin’den bahis yoktu. NATO’nun artık küresel bir örgüt olmasının yanında, içeride önemli dönüşüm çalışmaları gözlerden uzak bir şekilde devam etmekteydi.
Ukrayna Savaşının İttifaka Etkileri
Savaşın NATO’ya temelde beş önemli etkisi olduğu görülmektedir. İlk olarak NATO’yu diriltmesi ve ona yeni bir varlık amacı oluşturmasıdır. İkincisi, Rusya’ya olan enerji bağımlılığının krize dönüşmesi sonucunda ittifak için enerjide çözüm yollarına odaklanılmasıdır. Üçüncüsü, ABD’nin Batılı ülkelerin savunmasındaki hayati konumunu tekrar görünür hale getirmesidir. DördüncüsüAvrupa Birliği’ni kendi savunmasına daha fazla para harcamaya yöneltmesi ve son olarak da Almanya’nın jeopolitik uykusundan uyanma sürecini ve silahlanmasını hızlandırmasıdır.
Yeniden Canlanmadan Yeni Açmaza Doğru
Rusya’nın Ukrayna’ya askerî operasyonu birçok soruna neden olmakla birlikte NATO’nun yeniden canlanıp yeni görevine odaklanmasına yol açmıştır.. Siyasi iradenin bir göstergesi olarak başta Almanya olmak üzere Avrupalı müttefiklerin savunmaya daha fazla para harcamayı taahhüt etmiş olmaları kayda değerdir. Bunun yanında Amerika’nın Avrupa’daki asker sayısıyla NATO’nun Rusya sınırı olan üyelerinde konuşlandırdığı savaş gruplarının sayısının artması da önemlidir. Tarafsızlık ve hiçbir ittifaka ait olmama yönünde politikaları olan Finlandiya ve İsveç gibi ülkelerin Rusya’nın yayılmacılığından dolayı kendilerini tehdit altında hissedip NATO’ya üye olmayı ciddi ciddi düşünmeye başlamaları da ayrıca dikkate değerdir.
NATO dönüşümü ve değişiminin bir diğer örneği ise ittifakın, kendisini yalnızca krizlere cevap veren bir örgüt olarak görmemesidir. Bunun en önemli göstergesi sayılan Avro-Atlantik Alanı Caydırma ve Savunma Konsepti (DDA- Deterrence and Defense of the Euro-Atlantic Area) Ukrayna işgalinden önce askeri strateji çalışması olarak 2019’da başlamıştı ve 40 bin olan NATO Karşılık Gücü’nün mevcudu 300 bin personel gibi bir rakama yükseltilmiştir. NATO terminolojisinde bu konu 360 derece yaklaşımı olarak tanımlanıyor: Buzulların erimesiyle Arktik’ten başlayan, Baltıkları, Karadeniz, Balkanlar ve Doğu Akdeniz’i de içeren, aynı anda göç, terörizm, siber ataklar, hava sahası ihlalleri gibi gelişmeleri de içeren bir tehdit algısı geliştirildi. Söz konusu yaklaşım NATO’nun zaten Atlantik bölgesiyle sınırlı alanını çoktan aşarak global bir örgüte dönüşme hazırlıklarının parçası olarak görülebilir.
Global örgüte dönüşümün bir diğer işareti ise Madrid Zirvesi’ne, daha önce dışişleri bakanı düzeyinde temsil edilen, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda başbakanlarının katılımı olmuştur. Zaten uzun bir süredir NATO ile bu ülkeler arasında siyasi ve askeri temaslar, işbirlikleri ve ortak tatbikatlar yapılmakta ve askeri olarak entegrasyonun sağlandığı kabul edilmektedir.
Diğer taraftan NATO’nun içinde bulunduğu enerji ve silah tedariki açmazları onun yeniden canlanması ve dönüşümünde engel oluşturuyor: NATO bir yandan savaşın daha fazla tırmanmaması için Ukrayna’ya sunduğu askeri yardımı sınırlı tutmaya çalışırken, diğer yandan Rusya’nın tam bir zafer kazanmaması için Ukrayna’nın direncini de sürdürmeye devam ediyor. Bunun en son örneğini 6-7 Nisan tarihlerinde Brüksel’de toplanan NATO üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarının aldıkları kararlarda görülüyor. Öte yandan Avrupa hükümetlerinin artan enerji fiyatları karşısında kamuoyunda güvenilirlik sorunları ve Ukrayna’ya silah tedariki konusunda ortaya çıkan zorluklarla birlikte kış aylarının erken gelip sert geçeceği göz önünde bulundurulduğunda savaşın sürdürülmesi zorlaşmaktadır.
NATO’nun eylemleri temelde savunma amaçlıdır ve çatışmayı önlemek için tasarlanmıştır. İttifakın, daha da yıkıcı ve tehlikeli olabilecek bu savaşın tırmanmasını engelleme ve Ukrayna’nın ötesine, Avrupa’ya, yayılmamasını sağlama sorumluluğu vardır. Uçuşa yasak bölge veya hava savunma sistemlerinin kullanılması gibi eylemler NATO güçlerini Rusya ile doğrudan çatışmaya sokacağı için savaşı önemli ölçüde tırmandıracak ve dahil olan tüm ülkeler için daha fazla insani acıya ve yıkıma yol açacaktır. Bu sebeple söz konusu eylemler seçenek dışında tutulmaktadır. Sonuçta Ukrayna savaşı küresel rekabeti yoğunlaştıran bir etki yarattı. ABD ile Avrupa arasındaki askeri ve güvenlik bağları güçlendi, ABD Avrupa kıtasına askeri olarak daha fazla angaje olmaya başladı ve AB giderek militarize olmaya zorlandı.
Bir taraftan yayınlanan belge ile Çin’in çevrelenme politikasına başlandığını ilan eden NATO’nun Ukrayna savaşında temkinli davrandığı görülmektedir. İttifak üyesi devletlerin savaşı desteklemede gönülsüzlükleri ve farklı sesler yaklaşan kış mevsimiylebirlikte yaygınlık kazanmaya başlamıştır.
Yeni bir NATO Modeli Mümkün Mü?
Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü profesörü Stephen M. Walt’ın Foreign Policy’de yazdığı “Nasıl bir NATO’ya ihtiyacımız var?” başlıklı yazısında ittifak için 4 model önermekte ve dördüncü modeli savunmaktadır:
Eski tas eski hamam: NATO öncelikle Avrupa’nın güvenliğine odaklanmaya devam edecek; ABD, Avrupa’nın tehlikeye düştüğü durumda müdahale eden ilk NATO ülkesi ve Ukrayna krizinde olduğu gibi tartışma götürmez lideri olmayı sürdürecektir. Yük paylaşımı dengesizliği sürecek, Avrupa’nın askerî kabiliyetleri ABD’ninyanında devede kulak kalacak ve onun nükleer şemsiyesi diğer ittifak üyelerini korumaya devam edecektir.
Demokrasi enternasyonal: NATO üyesi ülkelerin (çoğunda) paylaşılan demokratik karakteri ve demokrasilerle (özellikle Rusya ve Çin gibi) otokrasiler arasında genişleyen uçuruma dikkat çekiyor ve demokrasi ile otokrasi arasında küresel çapta ideolojik bir rekabet benimseniyor. Bu modelde ittifak vizyonu “demokrasi iyi, otokrasi kötü” olarak özetlenebilecek ölçüde basittir. Fakat böyle bir çerçeve ABD’nin otokrasilerle ilişkilerini kaçınılmaz olarak karmaşıklaştırıyor. İttifak zaten Suudi Arabistan veya diğer Körfez monarşileri veya Vietnam gibi potansiyel Asyalı ortaklarla ilişkileri nedeniyle yaygın olarak ikiyüzlülük suçlamasıyla karşı karşıyadır.
Çin’e karşı küresele açılım: Atlantik ötesi ilişkileri demokrasi ve diğer liberal değerler etrafında organize etmek yerine, Avrupa’yı ABD’nin yükselen Çin’i kontrol altına alma çabalarına dahil etmeye çalışır.
Yeni bir iş bölümü: Avrupa’nın kendi güvenliği için birincil sorumluluğu üstlendiği ve ABD’nin çok daha fazla dikkat gösterdiği yeni bir iş bölümüdür. Amerika Birleşik Devletleri, NATO’nun resmî bir üyesi olarak kalacak, ancak Hint-Pasifik bölgesine daha fazla odaklanacaktır. Bu modelde ABD, Avrupa’nın ilk müdahale eden ülkesi değil, son çare olarak başvurulan müttefiki olacaktır. Dolayısıyla ABD, yalnızca bölgesel güç dengesi çarpıcı biçimde aşınırsa Avrupa’ya geri dönmeyi düşünecektir, başka türlü değil.
Sonuç olarak NATO’nun “küresel güç olarak” yeni bir değişim ve dönüşüme girdiğine dair göstergeler bulunmaktadır Bunun temel sebebinin ABD’nin özellikle Çin’e karşı değişen stratejisidir. Öte yandan ittifak içinde Almanya’nın silahlanması gibi bazı önemli gelişmeler yaşansa da silah stoklarının durumu ve ekonomi ile mücadelenin ön planda olduğu görülüyor. NATO’ya ABD’nin beklediği şekilde destek veril(e)memesi ve tedbirli davranılması yeniden canlanma sürecinin Ukrayna savaşıyla sınırlı olacağı düşüncesini ön plana çıkarıyor. Waltz’ın 4 modelinden AB ülkelerinin “eski tas eski hamam” modelini sürdürme eğilimi ile ABD’nin “Çin’e karşı küresel açılım” modeli talebi çatışıyor.
Bir Cevap Yazın