Türkiye için En Kötü Seçim Senaryosu: Erdoğansız Bir Post-Erdoğan Dönemi

Türkiye 14 Mayıs’ın heyecanı ve gerilimini yaşarken bu seçimler küresel ölçekte de takip ediliyor. Bu yakından izleyişin odağında ise 21 yıllık Erdoğan iktidarının akıbeti yer alıyor.

Batılı analizler, Ukrayna’daki savaşın da etkisiyle dünyayı “demokratlar” ve “otoriter rejimler” olarak ikiye bölmeye çalışıp Türkiye’yi ikinci kutba daha yakın göstermeye çalışsa da bu, seçimleri her koşulda yerine getirebilmiş bir geleneğe haksızlıkla eşdeğer bir yorumdur.

Neticede Erdoğan, yönetme tarzı hususunda eleştiriye tabi tutulabilir; fakat bu, onun girdiği seçimlerden başarıyla çıktığını, halkın teveccühünü kazanarak bu güce eriştiğini göz ardı etmemeli.

Türkiye bu bakımdan ne Çin’dir ne de Rusya.

Türkiye’de 21 yıldır aynı ismin hüküm sürmesi Türk siyasal kültürün bir uzantısı olduğu gibi muhalefetin, bu ismi alt edebilmek için kurduğu stratejilerin başarısızlığı ile ilgilidir.

Başka bir deyişle 21 yıllık Erdoğan iktidarı aynı zamanda, Türkiye’deki muhalefet için uzun bir başarısızlık hikâyesidir.

Kaldı ki “uzun süren” iktidarıyla eleştirilen Erdoğan’ın karşısında 13 yıldır ana muhalefet partisini yöneten bir figür, Kemal Kılıçdaroğlu var.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığında buluşan muhalefet bloğu Millet İttifakı’nın parçalı yapısı ve bu yapı gereği yaşadığı krizler ise pek göz önünde bulundurulmak istenmeyen bir diğer olgu.

Millet İttifakı’nın karar alma ve kararı uygulama hususundaki kırılganlığını gösteren 3-6 Mart arası periyod, seçmenlerin önündeki seçenekleri sorgulamaya iten bir durum.

Kırılganlığını Erdoğan karşıtlığının “coşkusu” üzerinden gizlemeye çalışan ittifakın en büyük şansı Erdoğan’ın bu seçimlerde zayıf yanını teşkil edecek ekonomi politikaları.

Bir diğer ifadeyle, kırılgan muhalefetin en büyük umudu iktidarın hataları oldu, bu seçimde.

Tüm bunların yanında iktidar döneminin en riskli seçimlerine giren Erdoğan’ın %30 civarında bir desteği muhafaza ettiğini biliyoruz.

Nitekim bir süredir iktidarın stratejisi, seçime yaklaşırken kendi desteğini muhafaza etmek oldu.

Parçalı bir muhalefet ittifakının karşısında %30’luk potansiyelini koruyan bir parti, AK Parti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “son seçimim” dediği 14 Mayıs seçimlerinin sonuçlarına bu potansiyel ve parçalı muhalefet arasındaki karşıtlık üzerinden bakmak gerekiyor.

Keza bu potansiyel, AK Parti’nin olmadığı bir Erdoğan sonrası Türk siyasetinin siyasi krizlere gebe olduğunu gösteriyor.

Kimi muhaliflerin Kılıçdaroğlu’nun adaylığı sonrası “rövanşist” söylemlere kapılması bu durumun ufak bir göstergesi.

Kılıçdaroğlu da Türkiye’nin yaşadığı deprem felâketi sonrası “iktidarla hizalanmama” stratejisiyle bu durumu besleyen bir tutum sergiledi. Bu açıdan 99 depreminin siyasi arenayı baştan sona şekillendirmesini referans alan Kılıçdaroğlu, iktidarı hedefine koyarak öfkeli bir şekilde itham etmeyi sürdürdü.

Millet İttifakı unsurlarından İYİ Parti lideri Meral Akşener’in bu rövanşist iklim tehlikesine dikkat çekerek bunun ülkeye zarar vereceğine işaret etmesi de ayrıca dikkate değer.

Bu bağlamda, rövanşist bir iklimin Türk siyasetine hâkim olmaması için seçim sonrası liberalleşen bir AK Parti ya da AK Parti’nin içinde olduğu bir iktidar yapısı elzem görünüyor.

Bu noktada AK Parti’ye düşen sorumluluk kendini yenileme kapasitesini hatırlamaktır.

Sahip olduğu oy potansiyeli ve Erdoğan liderliğinin halkın önemli bir kesimindeki karşılığı bu sorumluluğu AK Parti’ye veriyor.

Bir diğer konu da uzun iktidar dönemi sonrasının gerektirdiği olası bir “geçiş” dönemi.

Bu iktidar süreci üç – beş yıllık değil. Yirmi bir yıldır kendi iş yapma biçimiyle hareket etmiş bir iktidardan söz ediyoruz. Parçalı bir ittifakın bu ağır ve yüklü konumun altından kalkması, Türkiye gibi hassasiyetleri ve sorunları sürekli güncellenen bir ülkede kolay olmayacaktır.

Millet İttifakı’nın 3-6 Mart arası yaşadığı keskin savrulmalar bu hususta güven vermiyor.

Sonuç olarak Türkiye hem siyasal sosyoloji hem de siyasal parametreler açısından ideolojik karşıtlıkların önemsizleşeceği bir seçime gidiyor diyebiliriz.

Bu olgunun göz ardı edilmesi kazanan kim olursa olsun onu yarı-kaybetmiş kılacaktır.

Dr. Adem Yılmaz hakkında 56 makale
Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi programında tamamlamıştır. Çalışma alanlarını Siyasal Kuram, Siyaset Sosyolojisi, Felsefe ve Türk Siyasal Hayatı oluşturmaktadır.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın