Türkiye’de Mülteci Meselesini Yeniden Ele Almak: Öneriler ve Projeksiyonlar

Türkiye’nin gündeminden düşmeyen ve yaşanan depremle tehlikeli boyutlara ulaşan mülteci meselesi, bu hafta MASA’daki konumuzdu. Bu dâhilde, mülteciler ve göç olgularıyla hem pratik hem de entelektüel düzeyde yıllarca mesai vermiş, İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı sayın Metin Çorabatır’ı konuk ettik. Metin bey ile önce modern Türkiye’de göçün tarihçesine dair bir ufuk turu yaparak mülteciler, göç ve devlet otoritesi arasındaki ilişkiyi irdeledik. Bunun akabinde de Suriyeli göçmenler üzerinde yoğunlaşan tartışmalara dair bir çerçeve çizme şansı bulduk.

Esasında MASA’nın da kanaatini oluşturan ve Metin bey’in sunumundan da pekiştirdiğimiz olgu, Türkiye’de göçmenlere dair kapsamlı bir politika revizyonuna gidilmesi gerektiği. Bu revizyon bazı muhalefet partilerinin önerdiği gibi Suriye’deki Esad yönetimi ile yapılacak müzakereler üzerinden göçmenlerin dönüşünü sağlamanın aksine, göçmenlerin topluma entegre olması için çabaların arttırılmasıdır. Göçmenler Türkiye’deki siyasi karar vericiler ve yönetime aday muhalefet tarafından geri gönderilmesi gereken insan topluluğu olarak değil, daha kapsamlı bir şekilde ele alınmalı ve artık Türkiye’nin bir parçası oldukları gerçeği ile politika üretilmelidir. 

Nitekim Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesinde taraf olduğu coğrafi kısıtlama da mülteciler ve iltica taleplerinin genişliğini büyük ölçüde daralttığı için mevcut hukuki düzenlemelerin en temel noktalarda eksik kaldığının ve ciddi yönetimsel ilke değişikliklerine gidilmesi gerektiğinin altını çiziyoruz. Bu dâhilde Türkiye’nin büyük ölçüde bugüne kadar sürdürdüğü “açık kapı” politikasını takdir ederken hâlen mültecilerin koşullarını iyileştirmek için önemli adımların atılması gerektiğini savunuyoruz. Bu öneriyi yaparken de hem ahlaki bir perspektifi kullanıyor hem de rasyonel düzlemde Türkiye’yi fayda sağlayacağını düşündüğümüz bir tablo çiziyoruz.

Göçmenleri hedefine koyan karşıtlıklar üzerinden siyasi alanda mevzilenmenin de oldukça riskli olduğunu görüyoruz. Kitlesel ve olumsuz sonuçlar doğuracak sosyolojik olayların önlenmesi için bu tarz söylemlerin derhal terk edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bilhassa toplumsal kodların hassaslaştığı deprem bölgelerinde mülteciler üzerinden yürütülen provokasyonların gelinen noktada siyaset düzleminin dışına çıktığı ve bir milli güvenlik sorunu teşkil ettiğini söylememiz de mümkün.

Türkiye’de devletin göç olgusuna bakışını incelediğimiz zaman yetkililerin temel refleksinin göç akınlarına karşı ad-hoc – yani geçici çözümler üretmek olduğunu görüyoruz. Bu ad hoc çözümler bilhassa 1990’lardan beri Ortadoğu’da Türkiye’ye komşu ülkelerde artan siyasi istikrarsızlık ve vahşet olaylarıyla beraber daha belirgin hâle gelmiştir. Burada yetkililer genelde göçmenlerin belli bir süre Türkiye’de bulunmasına izin verdikten sonra üçüncü ülkelere veya orijin ülkelerine dönmelerini öngörmektedir.

Bu refleksin esasında hâlihazırda devam ettiğini söylememiz mümkün. Her ne kadar Suriyeli göçmenler 12 seneye yaklaşan süredir devam eden iç savaş koşullarıyla beraber kitlesel bir şekilde geri dönme eğilimi göstermiyor olsa da devlet kademesindeki stratejilerin gerçekleşmesi beklenen bir geri dönüş üzerinde yapıldığı aşikâr. Bu dâhilde göçmenlerin entegrasyonundan yana siyasi söylemlerin hem Türkiye’deki hem de küresel boyuttaki bazı trendler sebebiyle gittikçe masraflı ve tercih edilmez hâle geldiğini de söyleyebiliriz. Şu anda Türkiye’de siyasi partiler göçmenlerin geri dönüşüne dair farklı rotalar belirlese de birçok siyasi aktör geri dönüşün halen temel hedef olduğunu belirtmekte.

Biz bu temel hedefin değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Esad ile yapılacak hipotetik bir anlaşma ve kitlesel ölçüde gönüllülük esasına dayalı olacak geri dönüş bu meseleye dair rasyonel parametrelerle çizilmiş bir çözüm ortaya koymuyor. Milyonlarca insanı kapsayacak bir geri dönüş stratejisi lojistik imkânsızlıklarla dolu olduğu gibi, “gönüllülük” esasının pratikte çiğnenmesi ihtimali Türkiye’yi ciddi moral yaptırımlarla karşı karşıya bırakabilir.

Mülteciler ve göçmenler meselesine dair siyasi enerji entegrasyon ve sosyal uyuma dair yapılacak çalışmalar yoğunlaşırsa bu meseleye dair daha akılcı çözümlerin ortaya çıkması çok daha mümkün. Göçü bir sosyo-politik problematik olarak kavramsallaştırmak yerine esasında değişmeyen bir tarihi sosyolojik mesele olarak ele alıp karar vericilerin bu şekilde hareket etmesi daha anlamlı olacaktır. Kısa vadeli çözümler yerine Türkiye’nin, göçün bütün unsurlarını kapsayan bir büyük strateji geliştirmesi gerekliliği artık kaçınılmaz olmuştur.

Raportör Batu Coşkun hakkında 15 makale
Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun olduktan sonra London School of Economics’te Karşılaştırmalı Siyaset yüksek lisansı yaptı.

İlk yorum yapan olun

Bir Cevap Yazın