
Siyasal iletişim olgusu toplumlarda artık son derece nüanslı ve çok yönlü bir hâl almış görünüyor. Öyle ki bilhassa ABD’deki 2016 seçimleri sonrasında yaşananlarda siyasal iletişimin artık kullanışlı bir silah hâline geldiğini ve salt siyasilerin kontrolünde olan bir aygıt olmaktan çıkıp demokratik süreçlere ciddi etkileri olabilecek bir dış politika aracı olduğunu görüyoruz. Burada tabii ki Donald Trump’a yakın çevrelerce yürütülen dezenformasyon kampanyalarının Rusya ile bağlantılı kişiler ve aygıtlarla gerçekleştirilmiş olmasından hareketle bu mevzunun önemini bir kere daha dillendiriyoruz. Siyasal iletişimin Türkiye’de de yansımaları olduğunun farkındayız, zira siyasal iletişim artık hem iktidarın hem de muhalefetin seçim rasyolarında oldukça büyük bir yeri işgal etmeye başlamış durumda. Seçim sürecine de artık fiilen girmiş olan Türkiye’de, siyasanın iletişimi – hem etkisi hem de içeriği açısından oldukça ilgi çekici bir konu. Bu dâhilde, bu konuya dair derin bir analiz sunmak adına bu hafta MASA’da Prof. Dr. Zeynep Karahan Uslu’yu konuk ettik. Konuğumuz Zeynep Hanım hem bir siyasetçi olarak iletişim fenomeninin bizzat aktörü olmakla beraber, bu alanın aynı zamanda teorik altyapısına da oldukça hâkim bir düşünür.
Zeynep Hanım ile istişarelerimizden de hareketle, Türkiye’deki siyasi partilerin siyasal iletişim stratejilerine dair bir değerlendirme yapmayı anlamlı buluyoruz. Bu dâhilde, iktidar partisi AK Parti’den başlayacak olursak, partinin hâlen klasikleşmiş metotlarıyla siyasi iletişim stratejisini geliştirdiğini belirtebiliriz. Öyle ki iktidar partisi hem test edilmiş ve başarılı olmuş bir stratejiyi devam ettirerek hem de artık gelenekleşmiş kalıpları kullanarak siyasal iletişim diskurunu büyük ölçüde bu saiklerle sürekli hâle getirmekte. Buna ek olarak, Zeynep hanımın da belirttiği gibi bir “negatif partizanlık” olgusunun ortaya çıktığını görüyoruz. Bu, AK Parti için oldukça yeni bir strateji olsa da Türkiye’de muhtelif muhalif çevreler tarafından hâlihazırda kullanılan bir metot olduğunun altını çizmemizde yarar var.
Negatif partizanlık, Türkiye örneğiyle açacak olursak, esasında seçmen konsolidasyonunun diğer siyasi akımlara karşı beslenen hasmane duygular üzerinden gerçekleşen bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin Türkiye’de laiklik, Kürt Meselesi ve Kemalizm’e dair yapılan tartışmalarda “negatif partizanlık” metodunun birçok siyasi parti tarafından kullanıldığını görüyoruz. AK Parti’nin ise daha öncelerde bu modele ihtiyaç duymayıp şimdi duymasına dair bir değerlendirme yapacak olursak, bunun partinin gittikçe devletleşen aklının bir ürünü olduğu spekülasyonunu yapabiliriz. Buna ek olarak, iktidar olmanın verdiği pozisyonla artık seçim stratejisini elde edilen kazanımları muhafaza etme noktasında ortaya koyan bir AK Parti’nin varlığından da söz edebiliriz. Nitekim daha önce inovatif, ayrıksı ve cesur stratejilerle ortaya çıkan AK Parti, bu defa daha konvansiyonel bir siyasal iletişim stratejisi belirlemiş durumda. Bunun en net tezahürü erken Cumhuriyet dönemi ile Millî Mücadele yıllarına dair imgelerle süslenmiş ve bu imgelerle AK Parti arasında organik bir bağ kuran “Türkiye Yüzyılı” kampanyasıdır.
İktidar kanadının diğer partisi olan MHP’de ise herhangi bir siyasi iletişim stratejisinden bahsetmemiz mümkün değil. Esasında direkt iletişimin olmayışını bir stratejiye dönüştüren MHP, parti mesajını hâlen oldukça geleneksel yöntemlerle ve parti elitine itaat üzerine kurgulamakta. MHP’nin dünya görüşünün devlet kademesinde daha belirginleştiği bu son beş senelik dönemde ise iletişim stratejilerinin daha genel ve geniş ideolojik çerçeveler üzerinden verildiğini söyleyebiliriz.
Buna ek olarak, Türkiye’de çoğunlukçu siyasi akımların bilhassa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi modeline geçilmesiyle şiddetlenmesine koşut olarak negatif partizanlığın birçok siyasi parti tarafından kullanıldığına şahit oluyoruz. Bu ise bizi muhalefetin stratejisine yöneltiyor. Öyle ki temel stratejilerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a muhalefet özelinde temellendiren “Altılı Masa” adlı siyasi formasyonun da aslî belirleyici parametresinin negatif partizanlık olduğunun altını çizmek gerekir. Altılı Masa’nın negatif partizanlık parametresi dışında herhangi bir siyasal iletişim stratejisi belirlemediğine de işaret edebiliriz. Bu eksikliği ise Altılı Masa’nın seçim stratejisi açısından risk primini yükselten bir durum olarak değerlendiriyoruz. Muhalefet kampının bu eskimiş ve yeni seçmenler üzerindeki etkilerine dair şüphe uyandıran negatif partizanlık stratejisinin gerçekten tek strateji olarak aktive edilmesi iktidarın bu denli zayıfladığı bir dönemde bile Erdoğan karşıtı muhalefetin konsolide olamayışında önemli bir etken.
Bir Cevap Yazın