
Soğuk Savaş dönemi sonrası oluşturulan küresel sistem uzun yıllardır dönüşüm geçiriyor. Bu dönüşümün kırılma noktası ise 2022 yılında yaşananlar oldu: Rusya’nın Ukrayna işgali, Tayvan krizi, NATO genişlemesi ve ABD’nin ilk kez Çin’i süper güç olarak rakibi kabul etmesi. ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde Biden yönetimi, Çin’i kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okuyan tehdit ve en önemli güvenlik sorunu olaraktanımladı. Böylece ABD’nin kurallarını belirlediği Soğuk Savaş sonrası dönemin bittiği ve yeni iki süper gücün kurallarını belirleyeceği düzene geçildiği de ilan edildi.
Yeni Soğuk Savaş’ın hazırlıklarının en önemli göstergesi ise Obama ve halefi Trump başkanlıklarındabelirginleşen dış politika kararlarında görülmekte: ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Çin’in “sisteme meydan okuyan stratejik rakip” ilan edilmesi, gümrük vergileri arttırılarak Çin’le ticaret savaşının başlatılması ve Hint-Pasifik Stratejisi’nin uygulanmaya konulması. Biden hükümeti de el arttırarak Trump döneminde yoğunlaşan ticaret savaşına çip savaşını ekledi, Ukrayna savaşıyla Transatlantik ilişkilerini güçlendirdi ve NATO’yu tekrar canlandırdı. Ukrayna savaşının belirsizliği ve uzamasıyla hem Rusya’yı zayıflatarak Çin’i ekonomik olarak yalnızlaştırdı hem de NATO müttefikleriyle askeri çevreleme stratejisini uygulamaya koydu.
Yeni dönemin eski dönemle en önemli benzerliği kamuoyuna yansıma şekli oldu. Foreign Affairs dergisinde 1946 yılında Bay X (George Kennan) mahlasıyla Soğuk Savaş döneminin ilan metni kabul edilen “Long Telegram” yazısına benzer şekilde aynı dergi 2022 yılının son aylarında “ The Return of Red China: Xi Jinping Brings Back Marxisim” başlıklı yazıyla yeni bir döneme girildiğini ilan etti. Aynı günlerde Amerikan Strateji Birimi Komutanı Amiral Charles Richard “Ukrayna’daki savaş bizim için ısınmadır. Asıl ve uzun savaş Çin’le olacak. Zaman Çin’in lehine. Hızlı hareket edilmezse Çin, ABD’yi geride bırakacak.” açıklamasıyla Rusya ve Ukrayna savaşında güç kaybetmek yerine Çin’le mücadeleye erken girilmesi uyarısında bulundu.
Diğer taraftan yeni iki kutuplulukta müttefiklerin geleneksele göre ABD’yi ve düzenini desteklemekte daha gevşek ve isteksiz oldukları görülüyor. Dış politikada çok taraflılık politikasının giderek yaygınlaştığı bir dönemde başta Almanya ve Fransa olmak üzere ABD’nin en yakınları dahi yeni bir Soğuk Savaş dönemini ve Çin’i çevrelemeyi gönüllü desteklemiyorlar. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi önemli bölgesel aktörlerin de ABD’ye rağmen Çin’le işbirlikleri artırmaları bunun işaretlerinden. Ukrayna savaşının hem Rusya’nın hem de Batı’nın planladığı şekilde devam etmemesi, barış anlaşması tarihinin hâlâ belirsiz olması ve enerji krizine bağlı enflasyonun, özellikle AB ülkelerinde, artması da yeni Soğuk Savaşın yapısında belirleyici oluyor. Çin ise 20. Parti Kongresinde hegemonya kurma amacının olmadığı açıklamasını sıklıkla tekrarlıyor. Fakat SSCB döneminde olduğu gibi ABD yeni Soğuk Savaş’ı çoktan başlatmışa benziyor.
Yeni İki Kutuplu Dönemin Yapısal Özellikleri
En genel tanımıyla Soğuk Savaş “tarafların birbirlerine karşı silaha başvurmaktan çekindikleri çatışma” anlamındadır. Klasik tanım ABD ve SSCB arasında yaşanan çatışmayı açıklar ve birbiriyle yarış halindeki iki süper gücün ve bunların başını çektiği iki kutuplu uluslararası sistemin geçerli olduğu süreci kapsar. Diğer taraftan çok kutupluluğa kıyasla daha istikrarlı olarak düşünülen ve uzun barış dönemi diye kabul edilen geleneksel iki kutuplulukla Çin ve ABD arasında yaşanan arasında bazı yapısal farklılıklar bulunuyor:
Birincisi, SSCB ve ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası ideolojik (kapitalizm – bolşevizm) olarak zıt fakat güç olarak dengeleyici iki farklı sistem kurmuşlardı ve her zaman askerî rakip oldular. Diğer taraftan Çin ve ABD arasında güç geçişi oluyor; ABD zayıflayan hegemonya iken Çin onu yakalayan ve geçecek olan süper güç. Ayrıca Çin, neoliberalizmin ve küreselleşmenin araçlarından yararlanarak, özellikle ABD ve AB ile ticari ilişkileri, ekonomik gücünü artırdı. Bu sebeple orta vadede bir sistem değişimi talebi yok.
İkincisi, liberalizmin iddia ettiği gibi “özellikle ekonomik olarak karşılıklı bağımlı olan ülkeler arasında savaş riski azalır” anlayışının artık çatışma ve rekabeti engelleyemediği görülmekte. Belirtildiği gibi Çin ve ABD yüksek düzeyde, özellikle ekonomi ve teknoloji alanlarında, karşılıklı bağımlılık üzerine sistemlerini sürdürüyorlar. İkisi arasında rekabetin artması ve birbirlerine karşı yaptırım uygulamaları geleneksel iki kutupluluğun istikrarı yerine tüm dünyayı daha fazla istikrarsızlık ve güvensizliğe sürükleyecektir.
Üçüncüsü, Soğuk Savaş döneminde nükleer silah sayısında görece bir eşitlik vardı ve bu durum caydırıcılık için en önemli kozdu. Çin askeri gelişmeyi her zaman ekonomik kalkınma ve refahtan sonra ikinci plana koyduğu için hem nükleer stok hem de askeri teçhizat bakımından ABD’nin gerisinde bulunuyor. Fakat yeni dönemde asıl önemli nokta donanma gücünde gizli. SSCB- ABD döneminde Avrupa kıtası en olası çatışma alanı kabul edilirken bunun yerini Çin ve ABD için Hint-Pasifik Okyanusları aldı. Bu sebeple özellikle Çin’in donanmasını modernize ettiği görülüyor.
Dördüncüsü, uzay ve siber yeni savaş alanları olarak deniz savaşının yanında yer alıyor. Amerikalı uzmanlar buna “siber Pearl Harbor” diyerek eski hatalara dikkat çekiyorlar: Askeri bir çatışma öncesi karşı tarafın dikkatini dağıtmak, sistemine girerek tepkisini ertelemek ve caydırmak için gerçekleştirilecek ani ve kararlı siber saldırı. Her iki ülkede hem uzay alanında hem de siber yetenekler konusunda oldukça iddialı fakat reel çatışma olmadığı için durum belirsizliğini koruyor.
Son olarak ABD ve SSCB döneminde belirsizlik ve gerginlik kaynağı olan Berlin’in yerini artık Tayvan aldı. 2022 yılı boyunca devam eden Tayvan krizi, Başkan Xi Jinping’in “Tayvan sorunu Çinliler tarafından çözülmesi gereken bir meseledir. Barışçıl yeniden birleşme için büyük bir samimiyet ve azami gayretle çaba göstermeye devam edeceğiz, ancak asla güç kullanmaktan vazgeçme sözü vermeyeceğiz ve gerekli tüm önlemleri alma seçeneğimizi saklı tutacağız. Tayvan, Çin’in Tayvan’ıdır” ifadelerine karşılık ABD’nin olası bir işgalde Tayvan’a destek olacağını tekrarlaması gerginliği artırıyor. Bu sebeple Çin-ABD rekabetinde olası bir savaşın başlangıç noktasını Tayvan temsil ediyor.
Güç Geçişi
ABD-Çin arasında yaşanan yeni iki kutupluluk SSCB döneminden daha fazla kırılganlıklar, belirsizlikler ve istikrarsızlıklara sahip. Bunun temel sebeplerinden en önemlisi 30 yıldan fazla devam eden neoliberal düzenin ve küreselleşmenin artık eskisi gibi çalışmaması. ABD’nin kurduğu sistemin Çin lehine dönmesi ve ABD’nin sistemin yeni ikinci gücü olacağının kesinleşmesi “güç geçişi nasıl olacak?” sorusunu ortaya çıkarıyor.
RAND Corporation tarafından yayımlanan rapora göre güç geçişi kesinlikle çatışma ile gerçekleşecek fakat çatışmanın yüksek mi yoksa düşük yoğunlukta mı olacağı sorusu burada önem kazanıyor. Raporda çatışmanın siber ve uzay da dâhil olmak üzere tüm dünyayı kapsayacağı ve her alana yayılacağı, kronikleşerek uzun yıllar süreceği ve taraflardan birinin diğerinin hegemonyasını kabul edene kadar da bitmeyeceği vurgulanıyor. Çin’in en büyük projesi Kuşak ve Yol Girişimi’nin başarılı olması ise rapora göre çatışmanın temel kaynağı olacak ve bunun erken engellenmesi ABD’nin lehine olacak. Bu sebeple Amiral Richard’ın da belirttiği gibi ABD’nin Çin’i durdurması için süresi azalıyor.
Sonuç olarak her ne kadar neoliberal düzenin kazanan tarafı olan Çin, isteksiz de olsa iki kutuplu sistemin diğer aktörü olarak ortaya çıkıyor. ABD ise müttefiklerinin çok taraflılık politikasıyla kendisinden bağımsız politikalar uygulamasını Ukrayna savaşıyla engellemeye çalışmasına rağmen çok da başarılı olamıyor. Bu sebeple geleneksel Soğuk Savaş’tan farklı olarak iki kutup arasında geçişkenliğin fazla olması istikrar yerine belirsizliğe neden olacak gibi duruyor.
Bir Cevap Yazın