
Dünya çapında en çok satanlar listesine giren ‘Filistinli Komşuma Mektup’ kitabının yazarı İsrailli Yossi Klein Halevi MASA’dan Ayşe Gülsüm Çalık’ın sorularını yanıtladı.
Ünlü yazar İsrail – Filistin sorununda sekülerleşme mecburiyetinin çözümsüzlüğü derinleştirdiğini ve Batı’nın, Amerika’nın önerilerinin Orta Doğu’da hiçbir işe yaramadığını söyledi.
Türkiye ile ilişkilerin hem İsrail hem de bölge ülkeleri için hayati olduğunu, Mavi Marmara saldırısının ardından Türkiye’ye neden geldiğini de anlattı.
New York Times’ın en çok satanlar listesinde yer alan Yossi Klein Halevi’nin dikkat çeken röportajını sizlerle paylaşıyoruz.
A.Ç: Röportajımı iki ayrı bölüm halinde planladım. İlk olarak kitabınızı, sonrasında da Filistin- İsrail sorununu tartışmak istiyorum. İkinci kısımda Ortadoğu Bölgesinde barışın yolları, sorunlar ve çözümler hakkında yorumlarınızı öğrenmek istiyorum. Son kısımda ise İsrail’de yaşanan protestolar ve İsrail iç politikasını ele almak istiyorum. Biliyorum ki bir yazardan çok daha fazlasısınız. Bölgemizdeki olayları farklı açılardan yorumluyorsunuz. Bunları duymayı merakla bekliyorum. İlk olarak sizi daha yakından tanıyabilir miyiz? Şu anda bulunduğunuz ülke Kanada’ya gidiş hikâyenizi ve neden yazar olmayı seçtiğinizi de öğrenmek istiyorum.
Y.H: O zaman başlıyoruz. Bana göre ben yazar olmayı seçmedim yazarlık beni seçti. Bunu 10 yaşımdan beri yazdığım için söylüyorum. İlk kitabımı 10 yaşımda yazmaya başladım. O dönem için yazmak bana en ilginç gelen şeydi. Çok fazla dışarı çıkmayı sevmeyen, sporla ya da müzikle ilgilenmeyen sessiz bir çocuktum. Odamda oturup yazı yazmayı severdim. Anne ve babam da çok gençlerdi ve galiba yazmak dışında başka seçeneğim yoktu. Lise dönemindeyken babam benim için endişelenmeye başladı. Bir gün bana “Biliyorsun yazmak çok güzel bir hobi. Fakat gerçek mesleğin ile ilgili de düşünmen lazım.” demişti. Ancak bu tavsiyenin bana göre olmadığını fark ettim. Yazmak benim için oksijen gibi ve bunu bırakamayacağımı anladım.. 2 ay sonra 70 yaşında olacağım ve 60 yıldır yazıyorum. 1982 yılında 29 yaşındayken Amerika’dan Kanada’ya (Vancouer) taşındım. 40 yıldır burada yaşıyorum.
A.Ç: “Filistinli Komşuma Mektuplar” kitabınız diğer kitaplarınızdan yapısal olarak oldukça farklı. Birbirlerini hiç tanımadan arada bir duvarla uzun yaşamış İsrailli ve Filistinli komşular hakkında isimsiz yazılan mektuplardan oluşuyor. Bu kitabı yazmanızda size ilham veren neydi?

Y.H: Bence hissettiğim derin acı ve hayal kırıklığına uğramışlık hisleri oldukça etkiliydi. Çünkü çıkmaz bir müzakere süreci yaşadık. İki taraf da birbirine güvenmiyor ve güvensizlik ilişkilere hâkim. Bence iki taraf da birbirine güvenmemekte haklı da. İki tarafta da bunun nedenleriyle ilgili uzun bir liste var. Bunu anlayabiliyorum. Baktığımız zaman İsrail, Filistin’den çok daha güçlü. Fakat İsrail’in bu gücü kullanma şekli İsrai’inl kendi dinamikleriyle de ilgili. Özellikle bölgedeki diğer dinamikler mesela İran, Hizbullah gibi. Geçtiğimiz son birkaç yıla kadar yaklaşık tüm Arap dünyası İsrail’e karşıydı. Neyse ki bu durum değişmeye başladı. Fakat yaşanan bunca yıldan sonra İsrail kendini gerçek bir çatışmada hissetti. İsrail, Filistin’i aldı.. Fakat bölgede İsrail’in durumu daha karmaşık hale geldi.
Ben de İsrailli ve Yahudi olarak bu süreci anlatmak istedim. İsrailli birinin çatışma ile ilgili tecrübeleri neler ve neden Filistin’in liderliğine güvenmiyoruz gibi bazı şeyleri açıklayan bir kitap yazmak istedim. Kitabı iki devletli çözümü destekleyen ve buna inanan okuyucular için yazdım. Kitabı işgalin sadece Filistin için değil ayrıca İsrail için de felaket olduğuna inananlar için yazdım. Bu benim için derin bir bağlılık. Bu bağlılık hem hukuksal hem de politik bağlılık.
Kitabı aynı zamanda Batı Şeria’da, Gazze ve Sama’da yaşayan ve ortak deneyimleri paylaşan İsrailliler için de yazıyorum. Bu yüzden Filistinlilere ulaşan korkularımızı açıklayan ve aynı zamanda tarihimizi ve kimliğimizi açıklayan da bir kitap yazmak istedim. Benim için bir şekilde Filistinlilerin komşularının kim olduklarını, neden evden (İsrail) ayrıldıklarını ve neden eve döndüklerini anlamaları daha önemli. Burası başka insanlarla paylaştığımız evimiz.
Kitap aynı zamanda Filistinlilere kendi hikâyelerini (narrative) ve tecrübelerini İsrailliler ile paylaşmaları için açık bir davet de sunuyor. Onların yaşadıklarını, anlatılarını ve tecrübelerini onlardan duymak istiyorum. Bu yüzden kitabın Arapça tercümesi için internette ücretsiz indirme imkânı sağladık. Elbette bu online, hard copy değil. Fakat böylece daha fazla Filistinli okuyucuya ulaşma imkânım oldu. Ayrıca kitaba Arapça web sitesi de açtık. Filistinlilerden yaşadıklarını anlatan kendi tecrübeleriyle ilgili yüzlerce yanıt aldım. Kitap binlerce kez indirildi. Hâlâ da mektuplar almaya devam ediyorum.

Açılan sitede tahmin ettiğim gibi yaşananlarla ilgili can sıkıcı, üzüntülü ve şiddetli tartışmalar başladı. Kitabı yazarken hikâyelerini ve tecrübelerini paylaşacak iki tarafla ilgili saygılı bir model oluşturma konusunda kendime söz vermiştim. Böylece iki tarafın da anlatısı kaybolmayacak. Çünkü 75 yıldır anlatılan tüm hikayelerde iki taraftan birinin tarihi anlatısına tecavüz ediliyor. Faka bu işe yaramıyor. Çünkü iki taraf da kendi tarihi anlatısından vazgeçmiyor. Bu yüzden karşılıklı bir sohbetle birbirimizin acı dolu ve ıstıraplı hikayelerini dinlemeliyiz. Onların öfkelerini duymak, onları üzmek ve onların gerçek duygularını öğrenmek istiyorum. Bu yüzden kitabı herkese açık bir davet olarak tasarladım
A.Ç: Katıldığınız bir programı YouTube’ta izledim. Hatta aynı programda iki Filistinli başarılı genç, size kitapla ilgili önceden mektup da yazmışlar. Bence üçünüzün konuşması çok etkileyiciydi. Özellikle İsrail askeri tarafından bacağından vurulan ve sonra İsrail’de tedavi olan gencin mektubu. Orada kitap yerine proje demeyi tercih ediyorsunuz. Bunun nedenini öğrenebilir miyim?
Y.H: Bu çok iyi bir soru. Kitap gerçekten bir nevi sohbete açılış daveti. Kitabın asıl konusu bu. Bu sebeple kitabın Amerika’da yayımlanan İngilizce versiyonunun son 60 sayfası Filistinliler tarafından verilecek yanıtlar için boş. Yani kitap benim ifadem ile bitmiyor. Filistinlilerin karşı söylemi ile bitiyor. Bu benim için başka bir önemli yolculuk oldu. Çünkü İsrail ve Filistin ne yaparsa yapsın son sözü söylemek için hep savaşıyoruz. Bunu yaparak Filistinlilerin “kim olduğunuza ve yaşadığınız acılara saygı duyma konusunda ciddi olduğumu ve bu durumdan çıkmak için gerçekten umutsuzca ortaklar aradığımı” bilmelerini istiyorum. Ayrıca onlara “Kitabın son kısmını sizin için boş bıraktım. Bana neden öfkeli olduğunuzu ve yanıldığımı söyleyin? Bana kendi hikâyenizi anlatın.” diyorum.
Sanırım böyle bir kitap daha önce basılmadı. İsrail’de Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili literatürde ilk olduğuna eminim. Bir yazar olarak gerçeği değiştiremeyeceğimi ve neler yapabileceğimi biliyorum. Ben bir politikacı ya da diplomat değilim, sadece yazarım Bu sebeple benim işim dil ile ilgili. Yeni bir dil yaratmak, bir sohbet başlatmak istiyorum.
Bu yüzden bu kitabın iki toplum arasındaki barış için farklı bir dil yaratmasını umut ediyorum. Ayrıca kitap dini bir bakış açısıyla da yazıldı. Dindar ve Allah’a inanan bir Yahudiyim ve Allah’ın zihnimin tam merkezinde olduğuna inanıyorum. Bence Filistinliler ve hatta çoğu Müslüman için de böyle. Allah işimin doğal bir parçası. Hepimizin Allah ile binlerce yıllık bir tarihe uzanan sadakatimiz var. Neden bunu ilişkilerimizde kullanmıyoruz? Neden seküler olmak zorundayız? Bana göre Ortadoğu’daki insanlar için Batı veya Amerika için geçerli barış uygun değil. Bize ait bir barış olmalı. Bu barış Müslümanların ve Yahudilerin özelliklerine sahip bir barış olmalı.
A.Ç: Kitabınızdan sonra Filistin ve İsrail kamuoyundan nasıl tepkiler aldınız? Özellikle İsrail’den gelen tepkiler ne yönde oldu?

Y.H: Kitap elbette İbranice’ye de çevrildi ve beklediğim gibi çok fazla karşılık bulmadı. Kitap İngilizcede en çok satan kitaplar arasına girdi. (kitap The New York Times en çok satanlar listesinde) Ayrıca onlarca dile çevrildi. Kitap İsrail kamuoyunda çoğunlukla görmezden gelindi ve yok sayıldı. Tepkileri anlayabiliyorum. 2000 yılında Başkan Bill Clinton liderliğinde iki devletli barış için evet dedik ve o zamanlar İsrailliler de barışa inanıyordu. Fakat Filistin tarafı her şeye hayır dedi. Eğer Filistin tarafı barış yapmak isteseydi bu kadar çok engel çıkmazdı. O dönemin Filistinliler için de zor olduğunu anlayabiliyorum. Aynı dönemde 4 yıl süren İkinci İntifada olarak da bilinen süreç İsrail’in bu yüzyıldaki en kötü yılları oldu. İntihar bombaları, saldırılar… Bu süreçte İsrailliler barışa olan güvenlerinin büyük bir kısmı kaybettiler. Diğer taraftan da bu şekilde barışı bozmanın anlamsız olduğunu da anladık. Bu durum Filistinlilere de fayda sağlamıyor. Barışçıl bir çözüm bulmaya devam etmek zorundayız. Bir çözüm istiyorsak eğer Filistinli liderler hayır deseler de biz evet demeye devam etmeliyiz. Anlaşmayı masada tutmalı ve masadan kalkmamalıyız. “Biz buradayız, müzakere etmeye hazırız, yerleşim yerimizi genişletmemeye ve aşırılıklara izin vermemeye hazırız” demeliyiz. Bunu milyonlarca Filistinli de yapmalı. Fakat Filistin yönetimi barışla ilgilenmiyor. Şimdiki İsrail hükümeti de öyle.
Dolayısıyla benim İsrail’e karşı sorumluluğum kendi tarafıma bakmak ve çatışmanın bitmesi için katkıda bulunmak. Benim istediğim benim gibi düşünen Filistinlilerin de benim tarafımda olmasını umuyorum. Ve bunu onlardan istemenin veya yaptırmanın çok zor olduğunun farkındayım. Benim için bunu söylemek daha kolay. Çünkü işgal edildiler ve artık güçleri yok. Benim için bunu söylemek daha kolay. Fakat biliyorum ki benim gibi düşünen ve bu durumdan artık kurtulmak isteyen Filistinli ortaklarım var. Onlarla karşılıklı ve güven içinde ilişkiler yaratmak istiyorum.
A.Ç: Anladığım kadarıyla iki devletli çözümü destekliyorsunuz.
Y.H: Kesinlikle.
A.Ç: Aslında bu çok cesur bir cevap. Bu günlerde bu cevabı veren çok fazla İsrailli ile karşılaşmadım. Tel Aviv’de özellikle. Bu çözümün önünde de birçok engelin olduğunu biliyoruz. Size göre iki devletli çözümün önündeki temel / ana engeller ve sorunlar neler?
Y.H: Her şeyden önce ortak sorunu konuşmamız lazım. Bana göre temel engel kavramsal hatta psikolojik. Diğer engeller yok ya da daha az önemli demiyorum. Psikolojik, ruhsal ve duygusal engellerin ortak sorunları çözmekten daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Uzlaşılan sorunlar aynı zamanda uzlaşılan çözümlere de sahiptir. Fakat soyut problemleri çözmek daha zordur. İsrail ile Filistin arasındaki barışın bu nedenle güvenilmez olduğunu düşünüyorum. Çünkü masaya oturan diplomatlar duygularla ya da soyut sorunlarla ilgilenmiyorlar. Ayrıca iki tarafın da paylaştığı çatışmadaki engeller var. Korkularımız, travmalarımız, güvensizlik, kimlik bulma tarihimiz, aidiyetlik duygumuz, kendimizi millet olarak savunma hakkımız ve karşı tarafın bizi millet olarak meşrulaştırmaması korkumuz. Bunların hepsi iki taraf için de geçerli.
Artık İsrail güçlü bir ülke. Bir gücümüz var ve bu gücümüzü azaltır ya da vazgeçersek bunu karşı tarafa vermiş olmaktan korkuyoruz. İsrailliler Batı Şeria’yı Filistin’e bıraktığımızda barışın sağlanacağına inanmıyor. Eğer toprak kaybedilirse endişe artacaktır. Diğer taraftan Filistinliler için de aynı durum geçerli. Bu yüzden korkularımızla başa çıkmalıyız ve bana göre bu topraklarda birbirimizin meşruiyetini kabul etmeliyiz. Bana göre bu kilit anlaşmayı sağlayacak.

Filistinlilerin kendilerini halk/ millet olarak adlandırma hakları olduğunu destekliyorum. Pek çok İsrailli Filistinlilerin gerçek değil inşa edilmiş halk olduğunu söylüyor. Bölgede 22 ülkeyiz 23. ülkeye gerek olmadığını yazıyorlar. Fakat aslında her insan ya da halklar sonradan üretilmedi mi? Halkın tanımı bu. Her insan bana göre icat edilmiştir. Bu kesin bir bilgidir. Rastgele grupların ortak bir kimlik bulmaları ne harika bir şey. Bu oldukça güzel ve insanlığın gelişimini sağlıyor. Katar veya Cezayir’in 22 ülke arasında olması da Filistin’e yardımcı olmuyor. Filistinliler de kendi devletini ve kendi ulusal kimliğini hak etmektedir. Buna saygı duyuyorum.
Fakat diğer taraftan Filistinliler ve genel olarak Müslümanlar da bize saygı duymalılar. Bu çözülmesi gereken ortak bir argüman. Filistinliler halk olarak saygı görmek istiyorsa, benim hayatıma ve halkıma da saygı duymalı. Bence İsrailliler de uzun yıllar bunun arayışında oldular. İsrailliler ulusal kimliğe ve dini kimliğe bağlıdır. Biliyorsunuz Yahudilerin ulusal ve dini kimlikleri aynıdır. Yahudilerde garip bir fenomen vardır. Yahudi halkının kimliğinin temelini Yahudilik fikri oluşturur. Bu dini kimliktir. Ben de dindar bir Yahudiyim. Yahudi kimliğinin kalbinde Tanrı ve insanlarla olan ilişkimizin bulunduğuna inanıyorum. Tabi ki bunu reddeden modern çok fazla Yahudi de tanıyorum. Fakat bana göre Yahudiler için dini kimlik çok önemli. Bu bizim hikayemizin önemli parçası. Yani Müslüman, dinimize saygı duyduğunu söylüyor ama yeterince iyi olmayan bir halk ulusu olarak değil. Her iki tarafın da kendini tanımlama hakkına ve buna saygı duyulmasına ihtiyacımız var. Tıpkı benim Filistinlilere bir ulusları olmadığını söylemeye hakkım olmadığı gibi Müslümanların da benim bir milletimin olmadığını söylemeye hakkı yok.
Kitabım ayrıca bu yanlış ve eksik bakış açılarını aşmayı da amaçlıyor. İki tarafın da sesinin duyulması barışı sağlamak için iki tarafın da birbirlerine izin vermesi olduğu açık bir fikir. Daha sonra oturup iki tarafın da nelere ihtiyacı olduğunu konuşabiliriz. Ben iki devletli çözümü destekliyorum. Aslında iki devletli çözümü sevmiyorum, nefret ediyorum çünkü İsrail’in toprağını vereceğiz. Benim için bu Batı Şeria değil. Sonra fark ettim ki bunun yüzünden uzun yıllardır trajedi yaşanıyor. İki küçük insan aynı şeyi istiyor. İki taraf da toprağın kendisine ait olduğuna inanıyor. Trajedi aslında iki tarafın da yalan söylemesinde. Çünkü bütün toprak Filistin’in ve aynı zamanda İsrail’in. Bu problemi çözmenin tek yolu iki devlet yaratmak. Tek ulusal devletli çözümü zorlamak ve baskı yapmak bana göre felaketle sonuçlanır. Başka bir Yugoslavya, Suriye ve Irak yaşanır. Bizim Yugoslavya’nın yolunu takip etmemize gerek yok. Bununla ilgili bölgemizde yeteri kadar kötü sonlu örnekler var. Farklı etnik grupları modern devlet altında bir arada olmaya zorlamanın gereği yok. Filistinlileri buna zorlamak da aynı şekilde sonuçlanacaktır. İsrail için yerleşim yerlerinden çekilmek oldukça zor olacak. Çünkü onlar iki farklı insan. O yüzden tek devleti zorlamaya çalışıyorlar. Bana göre bu iki insan için de felaket.
A.Ç: İsrail Filistin olayında Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz? Biliyorsunuz 2010 yılında Mavi Marmara olayı yaşandı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Y.H: İsraillilerin uzun yıllar Türkiye ile kalpten ve güzel bir ilişkileri var. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini ve Yahudilerle ilişkisini biliyoruz. Yahudilerin hislerinde büyük bir şükran var. Aslında Yahudiler çok uzun tarihsel hafızaya sahipler. Bize yapılan tüm iyilikleri çok iyi hatırlıyoruz. Bizlerin Türkiye’ye karşı çok derin bir aşkı var. Birçok defa Türkiye’de bulundum ve Türkiye benim en sevdiğim ülkelerden biri. İki ülke arasındaki ilişkilerde değişmeler yaşansa bile orada gerçekten kendimi evimde gibi hissediyorum. Mavi Marmara olayından sonra da Türkiye’de bulundum. Bize karşı olan öfkeyi yaşadım. Fakat Türkiye – İsrail ve Yahudiler Türkiye arasındaki ilişkilerde uzun dönemli bakış açısını kullanıyorum. O dönemde İsrail’de büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Özellikle Türk medyasında çıkanlar yazılanlar -antisemitizmle ilgili- büyük kaygı yarattı. Bu durum Yahudilerin Türkiye’de yakın zamanda tecrübe ettiği bir durum değildi. Yahudi tarihinde Türkiye BLİND SPOT haline geldi. Fakat tekrar söylüyorum ben uzun dönemli ilişkilerimize bakıyorum. İlişkilerimiz çok güçlü bir temele sahip ve Türkler ve Yahudiler arasında son yıllarda yaşananlar anomali olarak kalır. Çünkü bizlerin yüzlerce yıllık çok güçlü ve güzel ilişkilerimizin olduğu tarihimiz var. İnanıyorum ki bunlar tekrar devam eder.
Bu yüzden Ayşe seninle konuştuğum için de çok minnettarım. Çünkü sen bana Türk medyasına konuşma fırsatını verdin ve ben bunu uzun zamandır bekliyordum. Bu sebeple kitabımın Türkçeye çevrilmesi de benim için çok önemli. Ayrıca yine bana göre İsrail ve Türkiye’nin ilişkileri oldukça önemli. İsrail’in geleceği için önemli. Ayrıca Bölgenin geleceği için de çok önemli. Fakat onlar sadece izole edilmiş durumda. İsrail ve Türkiye bölgenin en güçlü ve başarılı iki ülkesi. Bu sebeple iki ülke de bölgeden sorumlu. Çünkü bölgemizde çok fazla olay yaşanıyor. Başarılı olmaya devam etmeleri için müttefik olmaları gerekiyor. Tarihe, İslam ve Yahudilik arasındaki ilişkiye ek olarak bu iki başarılı ülkenin sadece tarihe sadakat için değil, geleceğe bağlılık için de müttefik olmaları gerekiyor.
A.Ç: Ben de ayrıca iki ülkenin güçlü ve iyi ilişkileri olması gerektiğini düşünüyorum. İsrail’le ilgili konuşmaya başladığımıza göre İsrail’de neler yaşanıyor? İsrail’de yaklaşık iki aydır yargı reformuna karşı protestolar düzenleniyor. Fakat hükümetin geri adım atmadığı görülüyor. Burada iki konuyu merak ediyorum. İlk olarak bu durum İsrail- Filistin ilişkilerini nasıl etkileyebilir?
Y.H: İlk olarak bu yaşananların Filistin ile ilişkilerimizi etkileyeceğini çok düşünmüyorum. Şu anda İsrail’de yaşanan durumla ilgili olarak iç politikamıza odaklanmış durumdayız. Gelecekte İsrail’in demokrasisi hakkında konuşmak giderek zorlaşıyor. Filistin konusu geçen yıldan beri hâlâ geri planda duruyor. Bununla ilgili problem ise Filistin çatışmasının giderek uzaklaşmasına rağmen iki tarafta da hasarlar artıyor. Bizim buna dair çözüm seçeneğimiz yok. Şu anda sadece askerî olarak çözmeye çalışıyoruz. Terörizmi açıkça askeri yollarla çözmemiz gerekiyor. Fakat bu yeterli ve tek yol değil. Politik güvenin oluşturulmasına da ihtiyacımız var. Bunun mevcut hükümetle ve ortamla gerçekleşmeyeceği açık. Ne İsrail’in iç dinamikleri ne de Filistin’in mevcut liderleriyle olmaz. Mahmud Abbas 88 yaşında ve 18 yıldır o yönetiyor. Filistin’in gelecek kuşaklarında neler olacağını bekleyip görmemiz lazım. Bu barış için en büyük şansımız.
A.Ç: Anlıyorum. Protestolarla ilgili ikinci sorum da şu: bildiğimiz gibi İsrail şu anda belki de tarihinin en sağcı hükümeti tarafından yönetiliyor. Bunun İsrail demokrasisine ve iç politikasına etkileri sizce neler?
Y.H: Eğer bu hükümete istedikleri planları uygulama fırsatı verilirse bütün güç tek bir elde, başbakanda olacak. Mahkemeler etkisiz hale gelecek. İsrail’de gelişmiş bir check and balance sistemi, anayasa yok ve sadece parlamentomuz var. Bu başbakanın ve parlamentonun aynı olduğu anlamına geliyor. Başbakan parlamentoyu kontrol ediyor. Başbakana karşı dengeleyici veya kontrol edici güç ise mahkemeler. Biz çok güçlü mahkemelere sahibiz ve bu nedenle mahkemelerin çok güçlü olmasının eleştirilmesiyle ilgili tartışmaları anlayabiliyorum. Şu anda bununla ilgili öneri masada. Fakat bence bu hükümet bu teklifle yada anlaşmakla ilgilenmiyor. Onlar sadece bazı kozmetik değişikliklerle plana makyaj yapıp aynı şeyi kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Ben tamamen karşı taraftayım ve düzenli olarak sokak protestolarına katılıyorum. Bu hükümete karşı çok güçlü şekilde yazıyorum. Benim tarafım sunulan planı asla kabul etmez. Eğer kabul etmezsek kurallara uymayız. Bence İsrail askerleri harika. Bence bizler yönetilebilecek kurallara uyan insanlar değiliz. İyi tarafı ise İsrailliler birlik olup umursamaz veya sessiz olmadıklarını gösterdiler.
Şu anda yapmakta olduğumuz şey İsrail demokrasisini korumak için çok gerekli. Çünkü biz kurallara düşüncesizce dalıp onları takip ederek sahip olmadık. Demokrasi için çok mücadele verdik. Bizler bu hükümetin 75 yıl boyunca yaptığımızı yıkmasına izin vermeyeceğiz. Bence dünyada başka herhangi bir ülke doğduğu andan itibaren bu kadar çok yoğun ve baskılı güvenlik tehdidi ile mücadele etmemiştir. Yani her zaman güvenlik tehditlerini ve demokratik kuralları dengede tutmak zorundayız. İsrail’in saf bir demokrasiye sahip olduğunu söyleyemezsiniz. Evet, sahip değiliz. Fakat bana göre biz, bir ülkenin imkansız koşullarda demokratik kuralları yaşamak için mücadele etmesinin örneğiyiz. Çoğu ülkenin demokrasiden vazgeçmesi çok uzun bir geçmişe dayanıyor. Bugün Netenyahu hükümeti ile olanlar “neden demokrasiden daha yakın dönemde vazgeçilmesin/bırakılmasın?” sorusunun cevabı. Bizler 75 yıl boyunca gerçek barışın ve anlaşmanın, tam güvenliğin ne olduğunu tam olarak bilmeden yaşadık. Bana göre İsrail demokrasisi flood state ve işgalci devlet olmasına rağmen mucizevi. İşte bu çok değerli. İsrail demokrasisi çok zor koşullarda bile insanların demokrasi tutkusundan vazgeçmemeleri bakımından örnek. İşte ben bu nedenle savaşıyorum. En büyük amacımıza ulaşamasak bile mücadele etmeye devam etmeliyiz. Bu İsrail’in DNA’larının bir parçası. Bu hükümet demokratik normlarla güvenlik ihtiyaçları arasında kurulan hassas dengeyi yıkmaya çalışıyor. Bizler bunun yapılmasına izin vermeyeceğiz.
A.Ç: Bildiğimiz üzere Avrupa’da devletler çok uzun yıllar savaştılar. Hatta iki büyük dünya savaşının merkezi oldu. Fakat uzun yıllardır barış içindeler. Ortadoğu’da uzun dönemli barışı olası görüyor musunuz? Sizce bölgede barışın önündeki en büyük engel nedir?
Y.H: Evet uzun dönemli barışın olacağını gerçekçi buluyorum. Abraham Accords çok müthiş. Bunun iki bileşeni var aslında. Birincisi İran’ın Arap dünyasından uzak tutmak, İsrail ve Arap ülkeleri İran’ın emperyalist yayılmacı politikalarıyla ilgili ortak korkuya sahip. Aynı zamanda bu Arap Baharı’nın da gerçekleşmemesinin nedeni. Suriye’ye, Irak’a, Lübnan’a, Libya’ya ve Yemen’e baktığımız zaman tüm bu ülkelerin ağır bir şekilde İran’ın etkisi altında olduklarını görüyoruz. Belki Libya dışında diğer ülkeler başarısız/düşmüş devletler (fail state) ve İran tarafından kontrol ediliyorlar. Abraham Accords ile ortak korkuya karşı ittifaklar oluşturuldu ve Ortadoğu’nun alternatif geleceği tahayyül edildi. Bence “daha geniş bölgesel barışın” hayali çok önemli. Suudi Arabistan’ın bu bölgesel barışın bir parçası olması gerekiyor. Bence Türkiye de bu kampa çok bağlı. Bu tarafın bölgede barışın olduğu bir geleceğe bağlı olduğunu söylemeliyiz. Bu bir vizyondur/ öngörüdür. Umudum İsrail Filistin arasındaki çatışmayı da bölgesel barış bağlamında çözebilmektir. Çünkü İsrail ve Filistin sorunu çözülmeden bölgesel barışa ulaşamayız. Bence hepimiz bunu biliyoruz. Bölgesel barış kapsamında olduğu zaman İsraillilerin de iki devletli çözümü destekleyeceğini düşünüyorum.

Kimse bölgede sorunları bizim için çözemez. Bunu Amerika, İngiltere veya Birleşmiş Milletler yapamaz. Bunu yapacak olan bölgede yaşayan insanlardır. Başta da belirttiğim gibi kimse bir yere gitmiyor çünkü hepimiz burada doğduk. Hepimiz buraya ait olduğumuzu biliyoruz. Burasının evimiz olduğunu biliyoruz. Bu yüzden diğer tarafın burayı evi gibi hissetmesini görmezden gelemeyiz. Eğer komşum evinde gibi hissediyorsa benim için bunu hissetmek daha kolay olur. Bana göre bölgede barış paylaştığımız evimizde hepimizin sorumluluklarını yapmasıyla olur. Burası dünyanın en önemli bölgesi ve her zaman öyle oldu. Bu bölge insanlığın ve dünyanın kalbidir. Fakat kalp hastalandı ve iyileşmesi gerekiyor.
A.Ç: Bana göre gençler ve politikacılar bölgede geleceğimizi belirleyecek. Gençlerin bu noktada çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bölgemizde barışın ve istikrarın sağlanması için politikacılara ve gençlere ne önerirsiniz?
Y.H: Politikacıları geçiyorum. Bence gençler daha önemli. Gençlerin birbirlerini tanımalarını sağlamalıyız. Bu hem çok basit hem de karmaşık. Barış yapmanın merakla başlayacağını düşünüyorum. Radikaller, politikacılar, ideolojik köktenciler gibi insanların başkalarıyla ilgili herhangi bir merakı yoktur. Çünkü onlar her şeyi bildiklerini ve bildiklerinin doğru olduğunu, her zaman haklı olduklarını savunurlar. Bu sebeple başka insanların hayatları veya düşünceleri ilgilerini çekmez. Eğer merakınız varsa başka birinden bir şey öğrenebilirsiniz.
Kuran’da en sevdiğim ayetlerden biri “Allah sizleri birbirinizi tanıyın diye kabilelere ayırdı.” ayeti. Peki bunun anlamı ne? Bu farklılıkların olması insan hayatının inşa edileceği demektir. Her bir milletin, bireyin ve dinin birbirinden öğreneceği şeylerin olmasıdır. İslam’dan çok fazla şey öğrendim. Müslüman arkadaşlarım var ve Sûfi arkadaşlarım olduğu için de çok şanslıyım. Müslüman ibadet şeklinin gücü, diz çökmeleri ve şükranlarını tüm vücutlarıyla göstermeleri, dua okumaları…. Çok fazla şey öğrendim ve Yahudi olarak dua ederken İslam’dan öğrendiklerimi de kullanıyorum.
Aynı şekilde Filistinlilerden de nasıl evimde gibi olacağımı öğrendim. 2000 yıldır bu topraklardan sürgündeydik ve tekrar buraya, hiçbir zaman unutmadığımız, inandığımız, dua ettiğimiz topraklara geldik. Fakat biz buranın kültürünü, yemeklerini, bu topraklarda nasıl yaşanacağını Filistinlilerden öğrendik. Bence Yahudiler 2000 yıl önce yurtlarını terk eden kuzenler. Tekrar döndük. Bizim dünya hakkında çok fazla tecrübemiz ve bilgimiz var. Burası bizim evimiz ve öyle hissediyoruz. Fakat bölgedeki çoğu insan bizim buraya ait olmadığımızı ve yabancılar olduğumuzu düşünüyor. Fakat biz artık burayı terk etmeyeceğiz. Ben bu konuda hem umutlu hem de iyimserim. Bence bizim onların kuzenleri olduğumuzu kabul etmeleri çok önemli.
A.Ç: Umarım kitabınız Türkçeye de çevrilir ve Türk okuyucular tarafından da bu etkileyici eser okunur. Bildiğiniz gibi Türkiye’de de bazı sorunlar var. Bana göre Türkiye’de de barışı ve kimliklerin ötesinde empati ve anlayışı vurgulayan sizin gibi yazarlara ihtiyacımız var. Takip ettiğiniz veya bildiğiniz Türk yazarlar var mı?
Y.H: Orhan Pamuk’un kitaplarını çok seviyorum. Onun galiba tüm kitaplarını okudum ve İstanbul’u anlatmasını, yazarlığını çok seviyorum. Ayrıca Rumi’yi çok seviyorum. O benim en sevdiğim şairlerden birisi. Onu okumak olağandışı. Tanrıyla konuşan birini okumak senle konuşuyormuş gibi Tanrı ile konuştuğunu hissettiriyor. Rumi Tanrı’ya sadece inanmıyor, onun olduğunu gerçekten biliyor. Bu çok sıra dışı bir durum. Orhan Pamuk çok seküler ve Rumi dindar. Bence ben modern Türkiye’nin iki yüzünü de bu şekilde anlayabiliyorum.
A.Ç: Gerçekten çok güzel bir cevap oldu. Peki, yeni bir kitap projeniz var mı?
Y.H: 2000 yıl önce evini ve yuvasını kaybeden Yahudi birinin sürgün edilmesi, dünyada hayatta kalması ve tekrar vatana dönmesi hakkında yeni bir kitap yazıyorum.
Bir Cevap Yazın